Boztepe’nin Genç Kızları Kentle Tanışıyor
Genç Kız Evi Şehre Tepeden Bakar
Boztepe’nin Genç Kızları Kültür Gezisinde
Genç Kızlar Yönetime Katılma Peşinde
Genç Kız Evi’nde Düşler Gerçek Oldu
Liseli Gençler ile Çalışan Çocuklar Tanışıyor
Dostluk, Güzellik, Dayanışma ve Paylaşım Gelişiyor
Genç Kız Evi Şehre Tepeden Bakar
“Keşanlı Ali Destanı” oyununu seyrettiyseniz, eminim aradan bunca yıl geçmesine karşın unutmamışsınızdır. Bir gecekondu mahallesinde geçen olayları, Haldun Taner kalemiyle, Engin Cezzar, Gülriz Sururi ve Genco Erkal oyunculuklarıyla, bu oyun olarak tiyatro tarihimizin kilometre taşlarından biri yapmıştı. Oyun, korunun söylediği bir şarkıyla başlıyordu:
“Sinekli dağ burası,
Şehre tepeden bakar.”
Bizim, Boztepe Mahallesi’ndeki Genç Kız Evimiz de şehre tepeden bakan binlerce gecekondudan biri. Gazi Osman Paşa Mahallesinin lüks konutlarında oturanlar, tepelerdeki gecekondulara bakarlarsa, bizim beyaz badanalı , pencereleri ve kapısı mor boyalı evimizi, mor bir çerçeve ve mor renkle yazılmış “Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı” tabelamızı da görebilirler.
Evimiz üç oda bir salon. Odalar da, salon da, mutfak da bir çoğumuzun alıştığı büyüklüğün yarısından bile küçük. Hani, nohut oda, bakla sofa derler ya, işte öyle. Ortaya kurduğumuz sobayla ısınıyoruz. Ama hangi gönüllümüze sorsanız, coşkuyla, “çok güzel, çok sevimli” diyecektir size. Odalardan birini, kitaplık ve bilgisayar odası yaptık. En minik odasını da Evi’mizin sorumlu ablası Sibel Koca’ya ayırdık. Sibel, Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünü bitirmiş. O odayı, çoğu kez özel konuşma yapmak isteyen anneler ve kızlarımız için de kullanıyoruz. Üçüncü odayı derslik gibi düzenledik. O odada kızlarımız ödevlerini yapıyorlar. Hafta sonlarında da aynı odada iki ablaları (Melek ve Sibel) onlara Matematik ve İngilizce derslerinde yardımcı oluyorlar. Yaratıcı drama konusunda Nazlı Koca’nın katkısını sözcüklere sığdırmak olanaksız bence.
Her üçü, kızlarımıza çok önemli olduklarını hissettiriyorlar. Yüreklerindeki sevgiyi onlara aktarıyorlar. Tüm gönüllülerimizin de katkılarıyla, kızlarımız, belki de ilk kez, kendilerini çok değerli hissediyor ve kocaman bir sevgi yumağı içinde rahatlıyorlar; özgüvenleri gözle görülür bir biçimde artıyor. “Artıyor” deyince bir mutluluğu daha sizlerle paylaşmak isteriz. Bu üç ay içinde, kızlarımızın ders notlarında yükselme var. Öğretmenlerin verdikleri ödevleri kitaplıktan ve internetten yararlanarak yaptıkları için, öğretmenleri de bu gelişmenin farkındalar. Bilgisayarla oynamayı, kitap okumanın hep önünde tuttukları için, önlem almak zorunda kaldık. Bilgisayara süre kısıtlaması getirirken; kitap okuyup, özet çıkaranlara ödül vereceğimizi, onlara Ankara’yı gezdireceğimizi, Anıt Kabir’e götüreceğimizi söyledik. Coşkularını sözcüklerle anlatmak çok zor. Görmek gerek. Kitap okuma oranı gittikçe artıyor.
Şu anda 52 genç kızımız var. Onlara neden buraya geldiklerini sorduk. Bakın neler söylediler:
o)Burası sessiz. Rahatça ödevimizi yapabiliyoruz. Evde kardeşler, televizyon, yani gürültü patırtı çok. Sonra ev işi de var.
o) Burası sıcak. Masraf olmasın diye evde sobayı geç yakıyoruz.
o) Ödevlerimizi yaparken bilmediklerimizi sorabiliyoruz; kitaplıktan yararlanabiliyoruz.
o) Oyun oynayabiliyoruz.
o) Hepimiz rahat rahat konuşabiliyor, düşündüklerimizi söyleyebiliyoruz.
o) Evde de okulda da hep erkeklerin istediği olurdu. Şimdi, biz de onları çatlatıyoruz. “Bu ev biz kızların; erkekler alınmıyor” diyoruz. Burada neler yaptığımızı anlatıyoruz. Çok kıskanıyorlar.
Evet, işte kızlarımızın evimize gelme nedenleri kendi deyişleriyle bunlar. Çalışmaları aktardığımız bazı dostlarımız biraz buruk soruyorlar :
o) “Açılış yaptınız da, bizi çağırmadınız mı?”
o) “Yoo hayır, açılış yapamadık. Yapamadık çünkü daha evimizi yerleştirmeye çalışırken, kızlar ve anneleri kapımızı çalmaya başladılar. Sorular yağmur gibi, her gün artarak sürüyor. Hele kızları durdurmak olası değil. Milli Eğitim Bakanlığı, okulları bir hafta önce kapatınca da olan oldu. Kızlar kapımıza dayandı. Zaten onlar için hazırladığımız, onların olan evlerine girip sahiplendiler. Yani kendi evlerinin açılışını kendileri yaptılar.”
diyoruz coşkuyla. Haberi olmayan dostlarımız da olanları öğrenince, sanırım bizim bu coşkumuza katılacaklardır. Biz, Vakıf gönüllüleri arkadaşlar, güzel şeyler yaptıkça, zorlukları yendikçe, kendimizi kutlar, alkışlarız. Genç Kız Evi açılalı üç ay oldu. Her şey çok güzel. Bu hafta yine kendimizi alkışladık. Başarmak, asıl önemlisi bunu sürdürmek çok önemli.
Çarşamba günleri, Genç Kız Evi’mizin kapısı annelere açılıyor. Kızını okula gönderen her anneye üretmesi için iş veriyoruz. Yapınca da, parasını ödüyoruz. Yoksulluğun solgunlaştırdığı yüzleri gülüyor. Yoksulluğu böylesine taşıyabilmek zor iş. Hepsi çok onurlu kadınlar. Birisiyle yaşadığımız bir anıyı, sizlerle de paylaşmak istiyorum. O yüreği kocaman, içi güzel kadının adın gelin Zeynep olsun. Zeynep’in o gün yüzü bembeyazdı. Ağrısı olduğunu farketmemek de olanaksız. “Neyin var?” diyorum, “Üç gündür kanamam var. Bir de sancı ki sorma !!” diyor. “Doktora gittin mi?” diyorum. “Yeşil kartım var. Ama yol parası gerek” derken, sürmeli gibi duran kara gözlerini kaçırıyor. Boğulacak gibi oluyorum. “Ben sana yol paranı vereyim” diyorum utanarak. Utanması gerekenler görmez, duymazken. “Yok olmaz. Üretmem için verdiğiniz tutakları bitirince vereceğiniz parayla giderim” deyip kaçar gibi uzaklaşıyor. Ertesi hafta tutakları getiriyor; parasını alıyor. Daha sonraki hafta yine soruyorum: “Gittin mi doktora?” “Evet, ilaç yazdı doktor. Bu haftaki tutakları getirdim. Paramı verin de gidip ilaçlarımı alayım” diyor. Zeynep’in kanaması bir ay devam etti. Ya biz ona üretecek tutak vermeseydik; ürettiği şeylerin parasını ödemeseydik…
Boztepe’de Zeynep kadınlar o kadar çokki. Çoğunun kocası mevsimlik iş görüyor. Kiminin kocasını ekonomik kriz vurmuş. Yani işsiz. Bizim öğrettiğimiz, üretmek için verdiğimiz işler, az da olsa dertlerine deva oldu anlaşılan. Şimdi sizlerden destek bekliyoruz sevgili dostlar. Onların ürettiklerini hep birlikte satmalıyız. Satmalıyızki, yeni malzemeler alıp onlara verebilelim.
Çarşamba günleri hem iş yapıyoruz, hem dertleşiyoruz, hem sorunlara çare arıyoruz. Kadın hakları, şiddet, hijyen, doğum kontrolu, üreme sağlığı konularında konuşuyoruz. Bazı konularda uzmanları çağıracağımızı söylüyoruz. Seviniyorlar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü onlara bir hafta önce anlattık. İlgiyle dinlediler. “Haftaya burada hep birlikte Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayacağız” dedik. Sözümüzde de durduk. 8 Mart’ta börekler, çörekler, pastalar aldık, evimize gittik. Güzel bir sofra kurduk, çayımızı demledik, kadınlarımızı beklemeye başladık. Aradan bir hafta geçmişti; ya unuttularsa?! Saat 13.30’da kapı çaldı. Bütün kadınlar bayramlıklarını giymişler; kiminin elinde dolma, kiminin elinde patates salatası, kiminin elinde gözlemesi vs neşe içinde içeri daldılar. Evimiz bir anda ışıl ışıl oldu sanki. Çoğunun bebeleri vardı. Üretim gününe onlarla gelirlerdi. Ama o gün bebeler yoktu. “Ne yaptınız bebeleri?” dedik. “Dedin ya, bugün Dünya Kadınlar Günü. Kocalara bıraktık”. Saat 15.00’de okuldan çıkan kızlarımız, küçük kadınlarımız katıldı aramıza. Güldük eğlendik. Kadın olmanın keyfini çıkardık. Boztepe Mahallesi’nin kadınları, ilk kez, bu yıl, tepeden baktıkları şehirdeki kadınlarla birlikte Dünya Kadınlar Günü’nü kutladı.
Boztepe Mahallesi’ne bahar geldi dostlar. Hadi sesimize ses, gücümüze güç katın. Hepinizi Vakfımıza, Genç Kız Evimize bekliyoruz. Paylaştıkça güçleneceğimizi biliyoruz çünkü.
Genç Kız Evi’nde Şenlik Var
Boztepe ilköğretim okulunun zili son kez çaldı. Sınıflarından fırlayan çocuklar, bağırış, çığırış neşe içinde koşarak sokaklara dağıldılar. Okul, eylul ayının 15’ine kadar sürecek bir sessizliğe gömüldü. Çocuklar okuldaki şenliği, ellerinde karneleriyle Genç Kız Evine taşıdılar.
Ben takdir aldım.
– Ben de teşekkür getirdim.
– Tüm notlarımı yükseltmişim.
– Geçtim… Geçtim. Hani matematik ve ingilizcem kötüydü ya, ikisini de düzelttim.
Hepsi bir ağızdan konuşuyor. Hepsi zıpzıp taşı giibi. Ne enerji?!..
– Burada, evimizde, bir parti verebilir miyiz?
– Lütfen.
– Biz her şeyi hazırlarız.
Sessizlik. Gözlerinde kocaman soru işaretleri bize bakıyorlar. “Hayır” sözcüğü bütün mutluluklarını alıp götürecek. Buna hiçbirimizin cesaret edebileceğini sanmıyorum. Ayrıca, kızlarımızın “parti”sini çok merak ediyoruz. Biri fısıldar gibi soruyor :
– Parti yapabilir miyiz?
– Evet.
Genç Kız Evi’nin duvarlarını, pencerelerini aşan sevinç, sokaktan geçenlerin merakla bakmasına neden oluyor.
Hemen o gün kızlarımız, üstünde kendi elleriyle yaptıkları kalp resimleri bulunan davetiyeleri konu komşuya, bizlere verdiler. Parti günü heyecan içinde genç kız evine koştuk. Bizim küçük salonumuzun ortasındaki masalar kaldırılmıştı. Duvarlar boyunca koltuklar sıralanmıştı. Bizden önce gelen konu komşunun bir kısmı yerlerini almışlardı bile. Kızlarımızın bazıları bizi karşılıyor; bazıları da mutfakta harıl harıl birşeyler yapıyorlardı. Hepsi çok şıktı. Bazılarında folklor elbiseleri vardı. Bazıları boyanmışlardı. Salon dolunca müzik başladı. Kızlarımız bir birinden güzel dans ve folklor gösterileri yaptılar, şarkılar söylediler. Sonra da “Kendi ellerimizle yaptık” dedikleri, börekleri, çörekleri, patates salatısını, kısırı tabaklar içinde bizlere sundular. Öğleden sonra , bu kez biz onlar için hazırladığımız ödüllü oyunlar oynattık. Mutluluktan uçtular. Çünkü onların “parti”lerinde bu büyük bir yenilikti. Verdiğimiz mini mini armağanlara durup durup teşekkürler ettiler. Oysa bizim onlara teşekkürün ötesinde borcumuz var. O gün, hepimiz, kentteki yaşıtlarının parti anlayışlarını, yaşamlarını düşünmeden edemedik.
Saat geliyordu. Anneler kıpırdanmaya başladı.
Akşama yemek yapmak gerek.
– Hele durun, dedik. Kışın bir söz vermiştik. Sizleri Anıtkabir’e götürecektik. Gelmek isteyenler adlarını yazdırsın. Kaç kişi olduğunu bilelim ki, ona göre otobüs tutalım.
Ortalık bir anda bayram yerine döndü. Bazıları kaygılı …
– Benim adam ne bana ne kıza dünyada izin vermez.
– Hepimiz gidersek seninki de benimki de izin verir.
– Kaynanam inşallah bebeme bakar.
– Adamlar işsiz güçsüz oturuyorlar ne olur sanki bir kez baksalar.
– Kente ineceğiz ha?!
– Atatürk’ün huzuruna varacağız.
– Onbeş yıldır Ankara’dayım. Boztepe’nin eteğine bir kez, o da adamla indim. Sağlık ocağına oğlanı aşıya götürdüm.
– Hadi kadınlar, yürüyün eve gidelim. Ne yapıp edip adamları kandıralım.
– Kızların da, bizlerin de adlarımızı yazın siz. Bizi almadan gitmeyin ha..
Gönüllülerimiz de onlar kadar heyecanlı. Otobüslerden fiyatlar alınıyor. Görev bölümü yapılıyor. Emel Kılıçarslan ve Banu Pehlivan, 46 kişilik iki otobüsle gerekli anlaşmayı yaptılar. İşi sağlama bağlamak için de otobüsün birine Emel, birine Banu binecekti. Saat 9.30’da Boztepe’nin eteğinde olacaklardı. Sokaklar dar olduğu için otobüslerin Genç Kız Evi’mize kadar çıkması ve dönüş yapması tehlikeli olabilirdi. Bir gün önceden Jale Şengül, koca bir kutuya doldurduğu boş sandviçleri, Tülin Koca, dilim dilim kestirdiği peynirleri yüklenip Vakfa geldi. Elbirliği, gönülbirliği edip sandviçleri tek tek hazırladık, jelatinlerle çift çift sardık.
Ertesi gün, erkenden Genç Kız Evi’ne gittik.Kızlarımızı ve analarını biz karşılayalım istiyorduk. Ama onlar bizden çok önce gelmişlerdi. Hepsi bayramlıklarını giymişlerdi. Ellerinde yiyecek çıkınları vardı.
Ata’nın huzurundan çıkınca bir de hayvanat bahçesine gideceğiz dediniz ya… Çocuklar acıkır diye düşündük.
Listedeki herkes tamam olunca, hep birlikte güle oynaya bayırdan aşağıya yürümeye başladık. Bazı pencerelerden gizli gizli bakanların yanı sıra, evlerinin kapılarının önüne çıkanlar da vardı. Kızı olan kadınların ve kız olmaktan dolayı kendilerini hep eksikli hisseden çocuklarımızın başı dik, özgüvenli yürüyüşleri bizi de yüreklendirdi. Doğru yerde, doğru bir iş yapıyorduk. Bütün mahalle biliyordu nereye gittiğimizi; ama bizimkiler, yine de bakanlara söylüyorlardı.
– Anıtkabire, Atatürk’ün huzuruna gidiyoruz.
– Sonra da hayvanat bahçesini gideceğiz. Akşama anca döneriz.
Kızlarımızdan birinin büyükannesi, “Önce Allaha, sonra size emanetler. Hadi güle güle gidin, güle güle gelin” diye sesleniyor. Sonra da arkamızdan bir tas su döküyor. Çünkü tepeden baktıkları kent, onlara çok uzak görünüyor.
Trafiği, gürültüsü, kalabalığı, yüksek yüksek binaları ve iki katlı otobüsleriyle, sirenleriyle kent “merhaba” diyor onlara. Anıtkabir’in merdivenlerinde gönüllümüz Jale’nin Anıtkabir’le, kurtuluş savaşıyla, Atatürk’le ilgili verdiği bilgileri cankulağıyla dinliyorlar. Anıtkabiri, müzesini, kurtuluş savaşının canlandırıldığı bölümü büyük bir duygu yoğunluğuyla dolaşıyorlar. Bazıları gözyaşlarını tutamıyor. Çıkışa yedi sekiz tane defter konmuş. Kızlarımız hemen sıraya giriyorlar; Atatürk’lerine duygularını yazmak için. Bir iki tanesini onlar yazarken biz de elimizdeki kağıda yazıyoruz:
“Atam;
Benim adım Zeynep Aktan.
Boztepe İlköğretim Okulu 6-B
sınıfında okuyorum.
Daha önce gelemediğim için çok utanıyorum. Ama bizim oturduğumuz yer çok uzak. Babam sadece yazın çalışıyor. O yüzden paramız kıt. Yani belki bir daha gelemem. Ama seni çok seviyorum. “Kızlar okusun” demişsin. Ben de okuyorum. Çok çalışıyorum. Bu yıl da iftihara geçtim. Okuyup para kazanmaya başlayınca yine buraya geleceğim.
Seni çok seven Zeynep.”
“Sevgili Atatürk’ümüz,
Sınıfımızda senin gençliğe hitaben var. Her gün okuyoruz. Bize bir çok görev vermişsin. Güvenmişsin. İçin rahat etsin. Hepimiz çok çalışacağız. Görevlerimizi yerine getireceğiz. Babam iki yıldır işsiz. O yüzden okuyup okuyamayacağımı bilmiyorum. Okuyamasam bile yine de sana layık bir kız olacağıma söz veriyorum.
Sinem Beylikova
Boztepe İlköğretim Okulu 7-A”
Kızlarımızın annelerine “Sizler de bir şeyler yazmak ister misiniz?” diye soruyoruz. Gözleri bulutlanıyor. İçlerinden biri sessizliği bozuyor: “Buradaki bütün kadınlar daha çocukken okullarından koparılıp alındı, evlendirildi. Ben ilk bebeğimi kucağıma aldığımda onbeşime yeni girmiştim. Bizler çocuklarımızla birlikte büyüdük. Zorlanırsam eğri büğrü birşeyler yazabilirim ama, Atatürk’ten utanırım” diyor.
Yüreğimiz sıkışıyor. Utanması gereken onlar mı?
Programımız aksamadan sürüyor. Saat 13.00’te hayvanat bahçesinin piknik alanına giriyoruz. Kızlarımız salıncaklara, tahterevallilere, kaydıraklara koşuyor. Anneler getirdikleri çıkınları açıyorlar. Piknik masaları domates, salatalık, yumurta, peynir, sarma, patates salatası vs. donatılıyor. Biz de hazırladığımız sandviçleri dağıtıyoruz. Yılda bir ya da iki kez giydikleri ayakkabılar, kadınların ayaklarını acıtıyor. Çimenlere oturup ayakkabılarını çıkarıyorlar; ayaklarını elleriyle ovuyorlar. İçlerinden bir ikisi dayanamayıp kızlarıyla birlikte salıncaklarda sallanıyor, tahteravalliye biniyor, top oynuyor. Kısa bir süre sonra çocuklarla annelerinin birbirinden farkı kalmıyor. Zorla ellerinden alınan, yaşayamadıkları çocukluklarını genç anneler çılgınca yaşıyorlar. Hayvanları görebilmek için o kafesten o kafese koşuyorlar.
“Artık dönüyoruz” diyebilmek ne zor.
Boztepe Mahallesine vardığımızda kızlarımız, anneleri, hepimiz sarılıyoruz birbirimize. Durup durup teşekkür ediyorlar. Biz de onlara teşekkür ediyoruz. Mutluluğu, nimetleri paylaştıkça çoğalıyoruz, güçleniyoruz çünkü.
Yoksulluğu, işsizliği, yeşil kartla çözmeye çalıştıkları sağlık sorunlarını bir günlüğüne arkalarında, evlerinde bırakmış olan kızlarımız ve kadınlarımız, “hoşçakalın” diye el sallayarak, sorunlarla dolu evlerine doğru yürümeye başladılar.
“Ben neler yapabilirim, nasıl katkıda bulunabilirim” diyen; sesimizi duyan herkesi, bu kısır döngüyü aşmak için, güçbirliğine, gönül birliğine çağrıyoruz. Sesimize ses, ellerimize el vereceğinize olan inancımızı hiç yitirmiyoruz.
Zorlu kış …. Ardından bahar
Devlet İstatistik Kurumu’nun tüketim harcamaları araştırması sonuçlarında gelir gruplarına göre harcama türleri arasında en büyük fark eğitim harcamalarında ortaya çıkmış. Üst gelir grubundaki 3.519.000 aile geçen yıl 68,1 milyon liralik egitim harcaması yaparken; bu tutar alt gelir grubunda 0,5 milyon lirada kalmış. Yani zenginlerin eğitime ayırdıkları para, yoksul kesimin ayırdığından tam 136 kat fazla. Toplam işsiz sayısının 2.850.000 kişiye ulaştığı düşünülürse, yaşamak için savaş veren bu insanların eğitime yeterince pay ayıramamaları doğal değil mi? Doğal olmayan bu gerçekleri görüp, bilip çözüm üretmemek; susmak; gündem değiştirmek. Doğal olmayan, devlet bütçesinden eğitime az pay ayırmak. Özel okullara, özel üniversitelere kol-kanat gerip, devlet okullarını göz ardı etmek, alt yapısını hazırlamadan 8 yıllık zorunlu ilköğretim yasasını çıkarıp, arkasını kovalamamak. Doğal olmayan, sınıfta kalma olmadığı için, ilköğretimi bitiren yüzlerce öğrencinin hala okuma yazma bilmemesi, dört işlem yapamaması . Okumayı daha sökememiş çocuklara dördüncü sınıfta ingilizce öğretilmeye çalışılması. Doğal olmayan, Ankara’da yaşayan milyonlarca insanın Boztepe mahallesi gibi bir çok mahallede yaşıyanları tanımaması, onlar için birşeyler yapmaması.
Bu yıl Boztepe mahallesinde, yoksulluk daha da belini büktü herkesin.
Kızlarımızdan birinin babası “Evin reisi değiliz biz bacım. İşsizlik acı. Ama işsiz aile reisi olmak daha acı” dedi; sonra da utanç ve çaresizlik içinde başını önüne eğdi. Mahallede onun gibi yüzlerce baba vardı. Onun bu çaresizliği içimizi acıttı. Çünkü bu yıl yoksulluğun işsizliğin üstüne bir de karakış göz açtırmadı. Boztepe mahallesinde yaşayanlarla birlikte zorlu bir kış geçirdik. Su boruları patladı. Patlayan borulardan fışkıran sular, Genç Kız Evimizi bastı. Bütün mahalleli imdadımıza yetişti. Artık bizi kendilerinden sayıyorlardı. Her yıl bir-bir buçuk, hadi bilemedin iki ton kömür yakılırdı sobada. Ama bu yıl kış bitmek bilmedi. Kömürlerle birlikte evdeki erzaklar da, kış için ayrılan paralar da tükendi. Çocuklar çok sık hastalanıyordu. Öksürükleri yüreğimizi daraltıyordu. Zaten zayıf, çelimsiz olan bünyeleri yine de inanılmaz bir biçimde karakışa meydan okuyordu. Genç Kız Evimize gelen kızlarımıza okuldan geldikleri zaman verdiğimiz meyve, kek, poğaça gibi yiyeceklerin ve sütün miktarını arttırdık. Ama gördükki çocukların çoğu “Ben doydum, kalanını eve kardeşlerime götürebilir miyim?” demeye başladı. Oysa, doymadıklarını anlamamak için kör olmak gerekiyordu. Okullar kar tatili verince, kentteki çocuklar bayram ederken, Boztepe’deki genç kızlarımızın gözlerini umutsuzluk kararttı. “Siz burayı kapatmayacaksınız değil mi?” dediler. “Hayır” dedik, “Hatta okulların kar tatili bitene kadar sabahtan gelebilirsiniz”. Tüm kızlarımızın gözlerine, yeryüzünü aydınlatacak kadar ışık doldu. Sobamız bütün bir kış boyunca çıtır çıtır yandı. Soframızda meyvelerimiz, keklerimiz, sütümüz hep oldu. Keyifle, ama hiç durmadan çalıştı kızlarımız. Bu çalışma tempomuza üç kez ara verdik. Bir gün kızlarımızı ve annelerini tiyatroya götürdük. Bu onların yaşamında bir ilkti. Haftalarca mahallede konuşuldu. Önümüzdeki yıl da gitme sözü alana kadar direndiler. Tiyatroyu çok ama çok sevmişlerdi. Sonra, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık hepbirlikte. Güldük eğlendik. Çocuk ve kadın hakları, ulusal egemenlik üzerine söyleştik. Gönüllülerimizin hazırladıkları yiyecekleri yedik; armağanları dağıttık. Çocuklar ilk kez tattıkları çukulatalı pastalarını yedikten sonra, gerçekten çılgınlar gibi eğlenip bayramlarını kutladılar. Ertesi gün yine çalışmaya başladılar. Çünkü hepsi başarılı olmak istiyorlardı.
Evimizde, iki tane Fatma’mız vardı. Biri sarışın yeşil gözlü. “Sarı Fatma” diyorduk ona. Hakkari’den göç etmişlerdi Ankara’ya. Türkçesi çok zayıftı. O yüzden de dersleri tam olarak anlıyamıyordu. Her dersten kötü not alıyordu. Sarı Fatma, çareyi susmakta bulmuştu. Susmanın hiçbir konuda çözüm olmadığını, sorunların üstüne gitmek gerektiğini onun anlıyacağı bir dille bıkıp usanmadan anlattık. Sevgiyle sarılıp, ona güvendiğimizi, başarabileceğine inandığımızı söyledik; iyi de etmişiz. Sarı Fatma kış boyu Türkçesini geliştirmek için durup dinlenmeden kitap okudu. Okuduğunu bizlere anlattı. Hatta arkadaşları biraz derslere ara verip bilgisayar oynarken bile, O, “En iyisi ben kitap okuyayım. Oyunu tatilde oynarım” dedi. Türkçesi gün geçtikçe düzeliyordu. Her “aferin”den sonra daha çok çalışıyordu sarı Fatma. Ama ders yılı sona erip de, elinde karnesiyle karşımıza dikilip “Sizi çok mutlu edecek bir şey göstereceğim. Türkçe’den dört aldım. Sınıfımı da teşekkür ile geçtim.” derken, sarı Fatma’nın yeşil gözlerindeki özgüveni keşke sizler de görebilseydiniz. Yanlız sarı Fatma değil, tüm kızlarımız çok başarılıydı. Dört kızımız “teşekkür”le, öteki kızlarımızın tümü “takdir”le sınıflarını geçmişti. Bizi mutlu eden bir başka başarı ödülünü de, geçen yıl liseye başlayan 7 kızımız getirdi. Liseye başladıkları ilk 2-3 hafta boyunca hepsi panik içindeydi. Dokunsanız ağlayacaklardı. Çünkü, Boztepe mahallesinden ilk kez inip kentle tanışmışlardı. Kent onları çok korkutmuştu. Ama bütün yıl elbirliği, gönül birliği ettik ve sonunda hep birlikte başardık. Karnelerin alındığı gün, onlar da Genç Kız Evimizdeydi. 5 takdir ve 2 teşekkür ile tüm liseli kızlarımız sınıflarını geçmişlerdi; artık lise 2 öğrencisiydiler. Geçen yıl Boztepe’den korkarak gittikleri kentten, başarıyla, asıl önemlisi yıkılmayacak bir özgüvenle geri dönmüşlerdi. Şurada üniversiteye ne kalmıştı?! İki yıl sonra üniversite sınavlarını da kazanıp, aynı özgüvenle karşımıza geleceklerine inancımız tam. Onların da, bizim her zaman, onların yanında olacağımıza inançları tam.
Karnelerin alındığı gün hepimiz oradaydık. Hepimiz birbirimize sarılıyor , birbirimizi kutluyorduk. Keşke sizler de orada olsaydınız da, bu sevgi yumağının görkemini görseydiniz. Emeğin, çalışmanın, elbirliğinin, sevginin sonucuydu bu başarı. Peki, sizler, niye orada değildiniz?
Kısacası, Genç Kız Evi’nin olanaklarından yararlanan genç kızlarımız, bu yıl da yüzümüzü güldürdü. Her geçen yıl, bilgilerini daha sağlam temellere oturtarak, başarılarını pekiştiriyorlar. Verilen ödevlerini hem kütüphaneyi, hem de interneti kullanarak yapıyorlar; bu onların araştırıcı yönlerini de geliştiriyor.
Genç Kız Evi deneyimimiz, okullarında, mahallelerinde ve hatta evlerinde, yeterli ilgi ve destekten yoksun kalan kızlarımızın nasıl silkinebildiklerini gösteriyor. Özgüven kazanıp, geleceğe umutla bakabileceklerini kanıtlıyor. Bu insanın doğasında zaten var. Yeterki bir el veren olsun. Çünkü zaten onlar, ezilmek, dışlanmak, eşitsiz konumlarını bir ömür boyu yaşamak istemiyorlar.
Evet, Boztepe mahallesinin tüm sakinleriyle zorlu bir kışı geride bıraktık. Çalıştık, başarıya ulaştık. Şimdi geçen yıl kızlarımıza ve annelerine verdiğimiz bir sözü tutma zamanı. Gezmeye gidiyoruz yine. Heyecan dorukta. Dolmalar, börekler, domatesler, meyveler vs dolu çıkınlarımız, toplarımız, iplerimiz her şey tamam. Bu kez Gölbaşı’na gidiyoruz. Otobüslere doluştuk. Neşe içinde ulaştık göl kenarına. Gölü ilk kez görüyordu çoğu. En az 8-9 çocuk parkı ve bir lunapark vardı. Çocuklar oradan oraya koşuyorlardı. Yanlız onlar mı? Ondört onbeş yaşlarında evlendirildikleri için çocukluklarını yaşayamamış anneleri de onlardan farksızdı. Mini trene binip gölün etrafını dolaşırken, onların mutluluğu yüreğimize doldu. Yorgunluğumuz bir anda yok oldu. Gücümüze güç kattı. O gün kızlarımız ve anneler, hem çılgınlar gibi eğlendiler; hem de kendi dünyalarının dışında ne kadar büyük bir dünya olduğunu gördüler. “Nimette ve külfette” birarada olmanın ve mücadele etmenin ödülünü yaşadılar. Bu güzelliği görmeliydiniz. Keşke siz de orada olsaydınız? Peki ama niye orada değildiniz?
Dileğimiz, sizlerin de bizimle birlikte olmanız; Genç Kız Evlerinin çoğalması; bu destekten yararlanan kızların, yaşamlarını ve ülkelerini çağdaş değerler yönünde dönüştürmeleri.
Haziran 2006
Genç Kız Evi’nde Sevinç
Resmi büyütmek için üzerine tıklayınız.
23 Nisan 2007. Genç Kız Evi’ndeki kızlarımızda olağan dışı bir hareketlilik var. Erkenden gelmişler; kapının açılmasını bekliyorlar. Kimi duvarın üzerine oturmuş; kimi merdivenleri bir iniyor bir çıkıyor, bir sokağın başına gidiyor, bir geliyor; kimisi “Son anda bir değişiklik olur mu acaba?” kaygısıyla ne yapacağını bilemiyor. Zaten Genç Kız Evi’ne gelirken giyimlerine özen gösterirlerdi; ama bugün daha bir temiz, daha bir özenli giyinmişler; üstlerindeki en güzel giysileri. Çünkü bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Atatürk, Türkiye tarihindeki en önemli günü, Cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı daha da ileri taşımaları için, çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaları için çocukları görevlendirmiş.
İşte bu çaba içerisinde olan Boztepe’li genç kız çocuklarımız, Çankaya köşküne gidiyor. Hem Atatürk’ün yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiği köşkü görecekler ve hem de Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer ile tanışacaklar. Ne büyük bir onur. Sayın Cumhurbaşkanının genç kızlarımızı onurlandırması, bir anda bütün Vakıf çalışmalarının önüne geçti. 5.Çalışan Çocuklar Fotoğraf Yarışması‘nın sergi açılışı ve ödül töreni bile bir gün ertelendi.
Boztepe’li genç kız çocuklarımızın, Çankaya Köşkü’nü ziyaretleri, beklediğimiz gibi, çok güzel ve etkileyici oldu. Görkemli salonlar, halk oyunları, Cumhurbaşkanı’nın konuşması, her çocuğa birer armağan vermesi ve tek tek her çocuk grubuyla fotoğraf çektirmesi, unutulmayacak anlardı. Dönerken yolda bir Boztepe’li genç kızımız dedi ki: “Ne şanslıyız!”. Biz de, dedik ki: “Bu bir şans değil; çalışkanlığınızın, okumak ve ülkeye katkıda bulunmak, tüm engelleri aşmak için gösterdiğiniz çabaların bir ürünü”.
Nisan 2007
Boztepe’nin Genç Kızları Kültür Gezisinde
Diğer fotoğrafları incelemek üzerine tıklayınız.
Bir ders dönemini yine yarıladık. Onbeş günlük tatili hak ettik. Mini mini dörtler, 5’ler, 6, 7, 8’ler ve daha önceki yıllarda mini mini dört iken artık meslek liselerinde, Anadolu liselerinde, düz lisede okuyan kızlarımız, karnelerini sallayarak Boztepe’deki Genç Kız Evi’ne sevinç çığlıklarıyla koştular. Üniversitede okuyan, el verdiğimiz gençlerimiz de ara sınavlarındaki başarılarını paylaşmak için Vakıf merkezine doluştular. Sonuçları merak eden, üniversiteyi bitirip meslek sahibi olan gençlerimiz, vakıf gönüllülerimiz de oradaydı. Kısacası 9 yaşındakilerden 70’li yaşlarına merhaba diyen yürekler sevinç yumağı olup başarının keyfini çıkardık. Sonra da hep birlikte, yeni başarıları yaşama geçirmek için yürümek değil, koşmak gerektiğine karar verdik.
Boztepe’deki genç kızlarımızdan Fatma, yeni yıldan beklentilerini yazarken diyordu ki: “Ben yeni yıla yeni bir umutla girmeyi düşünüyorum. Eskiyi geride bırakıp ileriye bakacağım. Hayatımı değerli, güzel, iyi bir şekilde yaşamak istiyorum. İleride Vatanıma, Aileme, Sevdiğim ve değer verdiğim herkese yararlı bir birey olarak yetişmeyi düşünüyorum. Öyle olmak için de, elimden gelen her şeyi yapacağım. (…) Hiçbir zaman şunu bunu başaramadım demeyeceğim, başarmam gerek diyeceğim. Kendimi övmem beni başarıya ulaştırmaz; onun için kendimi eleştirmeyi düşünüyorum. Ailemde meslek sahibi olmuş kimse yok, ben neden bir meslek sahibi olmayayım ki. Bazı insanlar ‘Kızlar niçin okuyor ki, dizini kırıp, evde el işi falan yapsın’ diyor. Ben bu sözü hiç sevmiyorum. (…) Kadınlar da bu ulusun bir bireyi. Atatürk ‘Kadın erkek eşit’ demiş. Çağdaş bir ulus her insanın eşit olduğu ulustur. Kızlar okumasın diyenlere yanıldıklarını kanıtlayacağım.”
Genç kızlarımız, her ne kadar dar bir çevrede yaşıyor olsalar da, her ne kadar kültür gezileri dışında birkaç sokak öteye geçmemiş olsalar da, ufukları çok geniş. Ülkede ve dünyada olup bitenleri izliyorlar. …. diyor ki : “Yeni yılda dünyanın yepyeni bir dünya olmasını istiyorum. Ozon tabakasının -bir mucize olsa da- delinmiş yerleri geri kapansın ve küresel ısınmanın adı bir daha duyulmasın; yeni yılda ülkemizdeki kriz yok olsun; ülkemiz daha gelişsin ve dünyada yeni buluşlar olsun; savaşlar bitsin, çocuklar ölmesin istiyorum.”
Süreyya diyor ki: “Benim ilgimi çeken olaylardan biri olan işsizlik için üzülüyorum. Acaba birini neden işten sebepsiz kovuyorlar hiç anlamıyorum. Hem de kovup bir daha geri almıyorlar. Böyle işten kovulanlar için çok üzülüyorum. Keşke hiç böyle bir şey olmasa. Bazen gazeteciler onlarla konuşmaya çalışırken, sorduğu sorulardan biri olan “Kaç yıldır işsizsiniz?” sorusuna yanıt olarak “Neredeyse 1 yıla yakın işsizim” diyenlere çok üzülüyorum.”
Pelin de Süreyya gibi düşünüyor. Sonra da ekliyor, “Evine ekmek getiremeyen babaların ne kadar üzüldüğünü bilmiyorlar mı? Bu insan haklarına aykırı değil mi? Hani insanlar, çocuklar eşitti?”
Kızlarımıza bizler de yürekten katılıyoruz. “Haklısınız” diyoruz. Sonra da hemen ekliyoruz: “Yanlışları doğru yapmak bizim elimizde. Bunun için çok çalışmalıyız. Kendi hatalarımızı başkalarına yıkıp rahatlamamalıyız. Üstümüze görev almayıp, hep başkalarından beklememeliyiz. Durmadan yakınarak, başkalarını suçlayarak, kötüyü iyi yapamayız” diyoruz. Sonra hep bir ağızdan neşeyle tekrar ediyoruz: “Kendimize, birlikteliğimize, dayanışmamıza, yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza güveniyoruz.”
Boztepe’deki genç kızlarımız, yarı yıl tatilinde, her zaman olduğu gibi, yine kentle ve sanatla buluştular. Ama bu yıl onları bir sürpriz bekliyordu. Vakfımızın yeni gönüllüsü Ayşe Kandamar, Opera Müdürü Sayın Erdoğan Davran ve Sayın Duygu İnandık Örnek’le görüşmeler yaptı. Kızlarımızın Ostim’de yeni açılan Devlet Opera ve Balesi Leyla Gencer Sahnesi’nde oynanan iki oyunu izleme olanağını sağladı. Büyükler daha önce tiyatroya gitmişlerdi, ama 4 ve 5’ler için bu ilkti. Hepsi çok heyecanlıydı. Çankaya Belediyesi de genç kızlarımızı taa Boztepe’den Ostim’e kadar otobüslerle taşıdı. Bu dayanışma için de, onlara teşekkür ediyoruz. İlk seyrettiğimiz oyun “Mutlu Prens”ti; müzikliydi, hüzünlüydü, derslerle doluydu ve tam bir görsel şöylendi. Genç kızlarımız bu oyundan büyük bir mutluluk duydular, keyif aldılar. İkincisi, “Küresel Isınma”yı konu alan bale ve saydam gösterisiydi. Kızlarımız ilk kez baleyle tanışmışlardı; şaşkınlıkla karışık mutlulukları görülesi bir tablo oluşturuyordu. Çalışmanın ödülü buydu anlaşılan. Sıra çalışmaya gelince canla başla çalışacaksın; sıra dinlenmeye gelince de, en düzeyli ve seçkin araçlarla dinlenirken kendini zenginleştirmeyi, geliştirmeyi sürdüreceksin.
Şubat 2010
Genç Kızlar Yönetime Katılma Peşinde
Ankara’da, Kızılay’dan 5 dakikalık bir yürüyüşle Kolej’e varırsınız. Bir yanı Kurtuluş Parkı ve Vedat Dalokay Evlendirme Dairesi’dir. Bir yanı eski TED Maarif Koleji Kampüsü, şimdi Çankaya Belediyesi, öteki köşede de beş yıldızlı ve yabancı sermayeli bir otel. Sağa dönüp hızlı adımlarla 15 dakika yürürseniz Türközü’ne, beş dakika sonra da Boztepe Mahallesine varırsınız. Ama, çoktan çevrenin görünümü değişmiştir. Yeşilliklerle kendisini süslemiş gecekondulara varmışsınızdır. Başınızı kaldırırsanız Gaziosman Paşa’nın lüks apartmanlarını da görebilirsiniz. Ama, henüz, Boztepe Mahallesi’ni ne TOKİ ne de müteahhitler çekici buluyor. Onun için de, hala, dar gelirliler için bir sığınak. Boztepe’nin sakinleri, kent içinde köyü yaşıyor. Olanaksızlıklar, onların kentle bütünleşmesini önlüyor. Kentliler için çok doğal olan bir çok şey, Boztepe’liler için hayal. Boztepe kadınlarının, eğitim düzeyi düşük; çoğunun okuma yazması bile yok. Çünkü ana-babaları ve içinden çıktıkları toplum, onları eve ve belirli bir role mahkum etmiş. Ama ne onlar, ne de kızları bu yazgıyı sürdürmek istemiyor. İşte tam bu noktada Genç Kız Evi’nin, mahalle için anlamı ortaya çıkıyor. Onun için mahallece, ne denli sahiplenildiği, gönüllülerinin sevgi-saygı gördüğü anlaşılabiliyor. Genç Kızların, neden, şiirleriyle Vakıf’a sevgilerini anlattıkları ortaya çıkıyor.
Amacımız belli. Genç kızları, kentle ve çağdaş yaşamla bütünleştirmeye çalışmak. Eğitimde başarılarını arttırarak, toplumda ve çalışma yaşamında kendilerine saygın bir yer edinmelerini sağlamak.
8 yıldır bu bölgede canla başla çalışıyoruz. Gönüllülerin, en yorgun olduğu, ülkenin gidişinden en bezgin oldukları dönemlerde, genç kızlarımız öyle şeyler yapıyorlar ki, verilen emeklerin hiç de boşa gitmediği ortaya çıkıyor.
Ekim ayında bir gün, okuldan çıkıp da genç kız evini dolduracak çocukları bekleyen gönüllülerimizi bir telaştır aldı. Çünkü, her zaman okul çıkışı bir koşu tutturan çocuklar ortalarda yoktu. Genç Kız Evi’nde hazırlıklar tamamlanmıştı : Masanın üzerine tabaklar; kekler meyveler; kızları bekliyor. Ama beş dakika, on dakika hiç ses yok. Ne yapılabilir?! Okula gidip bir bakılsa mı?!
Sonunda öncüler göründü… Çok heyecanlılar. Soluk soluğa ve hep bir ağızdan konuşuyorlar. Ne söylediklerini anla anlayabilirsen. Sonunda ne olduğu anlaşıldı : Okulda öğrenci temsilciliği seçimi yapılacakmış ve Genç Kız Evi’ne gelenlerden Tuğba okul temsilciliği için adaylığını koymuş. Hepsi heyecan içinde, arkadaşlarını destekliyorlar ve erkek aday karşısında başarılı olması için çırpınıyorlar. Ne inanılmaz bir şey ! Ne büyük bir gelişme bu!
Tuğba U., henüz 7.sınıf öğrencisi… Özgüvenli, arkadaşları tarafından sevilen bir genç kız. Çiğdem, neden onu desteklediğini şöyle açıklıyor :
– Tanıdığım bir kişiydi.
– Davranışları ve huyu iyi örnekti.
– Yapacakları çok güzeldi.
Bir başka arkadaşı, Nazlı, ona inandığını, çünkü, sözünü yerine getiren bir insan olduğunu söylüyordu. Tuğba “Öğrenci Meclis Başkanı” olursa, neler yapacağını heyecanla anlatıyordu (Bakınız Kutu No.1). Özgüvenliydi; ne istediğini biliyordu; mücadeleden çekinmiyor, kendisini diğer adaylardan aşağı görmüyordu. Naciye, onun çok çalıştığını ve başkanlığı hakkettiğini söylüyordu. Daha önce Genç Kız Evi’nde yapılan “Haftanın Genç Kızı” seçimlerinde de Tuğba, bir çok kez kazanmıştı. Çünkü arkadaşlarıyla iyi ilişkiler içindeydi, ağırbaşlı ve çalışkandı.
Ama ne yazık ki, bu kez Tuğba kazanamadı. Mehmet öğrenci başkanı oldu. Tuğba, seçime katılan beş aday arasında en çok oyu alan ikinci adaydı. Bu başarısı, ona, “Öğrenci Meclis Başkan Yardımcılığı” görevini kazandırdı. Tuğba’nın neşesi yerinde. “Önümüzdeki yıl yine adayım. Hatalarımı düzelteceğim. Yılmak yok. Bu kez göreceksiniz başaracağım” diyor. Arkadaşları da ona katılıyorlar; “Gelecek yıl biz de daha çok çalışacağız. Kızların yönetime katılmasının önemini herkese anlatacağız. Çünkü bizler annelerimizin önüne konulan engelleri aşmaya, bu yazgıyı değiştirmeye kararlıyız. Siz bize, ‘İnanmak başarıya ulaşmanın tek yolu’ diyorsunuz. Bizler de buna inanıyoruz. Başaracağız.” diyorlar.
Boztepe’deki genç kızlarımız bu bilinçle ve kararlılıkla eminiz başaracaklar. Biz onlara inanıyoruz.
Ocak 2011
Boztepe’de Heyecan
I
Karne Telaşına Gerek Yok
2003 yılından beri, Boztepe’de (Türközü, Ankara) genç kızlarımızla birlikteyiz. İlkokul dördüncü sınıfta başlayan birlikteliğimiz, sekizinci sınıfın sonuna kadar yoğun olarak sürüyor. Ondan sonra da birbirimizi unutmuyoruz : Sıkıntı oldukça ya da özel günlerde biraraya geliyoruz. Genç kızlarımızın başarıları ile yaşamda attıkları adımlarla mutlu oluyoruz, kıvanç duyuyoruz.
Karnelerin alınması işte böyle özel günlerden. Anadolu, Meslek ve düz Lisede okuyan kızlarımız da, koşa koşa genç kız evine geliyorlar; onlar da başarılı. Kendilerine verilen emekleri, bağlanan umutları hiç boşa çıkarmadılar.
Genç Kız Evi, genç kızlarımızı eğitimde tutunmanın, onlara ders çalışmanın (ve sonra da eğlenmenin) tadını fazlasıyla duyurdu. Düzenli çalışan, emek veren ve elinden gelenin fazlasını yapan genç kızlarımızda, karne alırken, korku ya da telaştan eser yok. Çünkü özgüvenliler ve iyi sonuçlar alacaklarına inanmışlar. Yıl boyu düzenli çalışan, kendisini geliştirmek için çabalayan, gece yatıp gözlerini kapattığında gelecek düşleri gören çocukların karneleri hep iyi olur. Duyulan bir merak da değil, notlarını tahmin edebiliyorlar. Heyecan, büyümekten kaynaklanıyor ; bir basamağın daha aşılmış ve çıtanın biraz daha yükseltilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Yine de, karnesini alan genç kız, karnesini bir bayrak gibi sallayarak, Evimize koşuyor. Gönüllülerimiz çoktan kutlama hazırlıklarını yapmışlar bile. Pastalar, kekler, börekler çocukları bekliyor. Ağız tadıyla bir kutlama. Ama nasıl? Bağırış, çağırış. Kimsenin ne dediği anlaşılmıyor. Gönüllülerimiz düşünüyor : 2 gün önce böyle miydi? Aynı çocuklar sessiz sedasız derslerini çalışıyor; konuşmak için sırasını bekliyordu. Doğal bu .. Dersler bitti. Şimdi sıra kurtlarını dökmede. Oyunlar oynanacak, şarkılar söylenecek .Yeni eğitim dönemine hazırlanılacak.
II
Seslerle Duygulanım
Boztepe’de heyecan bitmiyor. Her yeni şey, tek düze yaşantılarının dışında yapılanlar, genç kızları heyecanlandırıyor. Sık sık Leyla Gencer Sahnesi’nde Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin oyunlarını izlemeye gidiyoruz. Baleler, operetler, tiyatrolar ve her şeyden öte sanat ortamı çocukların ilgisini çekiyor. Bu gezilerimizin düzenlenmesi, tam bir elbirliği, gönül birliği ile gerçekleşiyor. Gönüllümüz Ayşe Kandamar’ın çabalarıyla, Ankara DOB bize ücretsiz bilet veriyor; Çankaya Belediyesi otobüsleriyle taşıyor; gönüllülerimiz genç kızlarımıza eşlik etmek üzere geziye katılıyor. Bu geziler yalnızca Boztepe’deki genç kızlarımızın değil, annelerinin de ilgisini çekiyor. Sanat öyle büyülü bir güç ki, herkesi kavrıyor ve içine alıyor.
Genç kızlarımızdan Ebru Mendilli, izlenimlerini anlatırken, “İzledik, gördük ve seslerin hayatımızın her yerinde olduğunu anladık” diyor. Hümeysa Nur A. hemen ekliyor : “Opera’da çok heyecanlı, mutlu ve sevinçli hissettim”. Arzu Şimşek, sözü onun ağzından alıyor : “Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden özel. İnsan Anadolu’yu anlayınca, görünce içine bir mutluluk düşüyor.” Duygu Beyaz şöyle söylüyor : “Tiyatroya daha önce de, birlikte gitmiştik. Yine de ben servis araçları gelmeden 4-5 saat önce giyinmiştim. Tiyatro salonunu görünce, sessizce yerlerimize geçtik ve beklemeye başladık. Zil çaldı ve küçük bir sessizlik oldu. Bir tek biz yoktuk. Herkes susmuştu. Çok güzel sesler dinlemeye başladım. Müzikalimizin adı Seslerle Anadolu’ydu.”
Seslerle Anadolu’yu oluşturan bölümleri de Tuğba S.’nin kaleminden okuyalım :
- Kına gecelerinde söylenen türküler
- Köroğlu’nun türküsü
- Urfa türküsü
- Gündüz-gece türküsü
- Karagöz ve Hacivat’ın hayatı
- İstanbul türküleri
- Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa.
Noktayı Çiğdem Sonay C. koyuyor : “Herşey çok güzeldi. Dansçılar, o kıvrak hareketleri ile beni büyülediler. O büyünün etkisiyle gösteriyi soluksuz izledim. Gösteri sonunda çok sevinçli ve çok mutluydum. Bir de bunun üstüne, uslu durup, gösteriyi yapılması gerektiği gibi izlediğimiz için kutlanınca, daha da sevindim.”
III
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
“Ben Ona Yapacağımı Bilirim”
Tuğba U., “Dünya kadınlar günü kadınların özgürlüğünün simgesi” olarak niteliyor. Bütün kızlar, bu günün ve kendilerine tanınan hakların öneminin bilincinde. Nur E. sorusunun yanıtını bir türlü alamadığını söylüyor : “Dünya’da kadınların bir çoğu dayak yiyip öldürülüyor. Sizce kadınların dayak yiyip öldürülmesinin sebebi nedir? İşte hala bu sorunun yanıtını alamıyoruz.”
Hatice İ., kadın-erkek eşitliğine değinirken, “erkeklerin kadınlara eziyeti”ni bir türlü eşitlik kavramıyla bağdaştıramıyor. “Hala utanmadan kadınlara vuruyorlar, dövüyorlar” diyor. “Ama bana göre kadın olarak, erkeklerin yaptıklarını yanına bırakmamalıyız. Burada kadınların da suçu var, çünkü erkeklerin kendilerini dövmesine rağmen gidip de şikayet etmiyorlar. Dünya Kadınlar Günü bizim için o kadar önemli ki, hiç değilse yılda bir kez, yani Dünya Kadınlar Günü’nde nefes alabiliyoruz. Bazıları sabırlı ol diyorlar ama o kadın nasıl sabırlı olabilir ki; kocasından boşansa bile o peşini bırakmıyor; o kadın nasıl sabırlı olabilir. Eğer ben de bu davranışı görürsem, mahkemeye veririm. Eğer peşimi bırakmazsa, ben ona yapacağımı bilirim.”
Genç kızlarımız bize umut veriyor. Onlarla ve anneleri ile Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyoruz. “Hiç değilse yılda bir gün nefes alabiliyoruz” diyorlar. Ama yetmiyor.
IV
“Hele bir başbakan olayım …”
Boztepe’de genç kızlarımıza vermek istediğimiz değerlerin başında, yurttaşlık bilinci geliyor. Yurttaş olmak, yalnızca topluma karşı ödevler üstlenmek değil; aynı zamanda insan olmaktan doğan haklarını da sahiplenmeyi içerir. Genç kız evinin varlık nedenlerinden biri şu: Kızların en temel hakları olan eğitim görmelerini, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini aşmalarını ve toplumsal yaşama etkin bir biçimde katılmalarını sağlamak.
Bütün çabaların kızlarımızı ne yönde etkilediğini, ancak bazı olaylar ya da yazı denemeleri gösteriyor. Tuğba’nın öğrenci temsilciliğine aday olması, bu kanıtlardan biri. Bir başka kanıt da, genç kızlara sorduğumuz “Başbakan olsanız ne yaparsınız?” sorusuna verilen yanıtlar:
Genç kızlarımızın, ufkunun Boztepe’nin sınırları aşması, hedeflerimizin arasında. Onların tüm ülkedeki erkeklerle ve kadınlarla eşit haklara sahip olduklarına; çalışkanlıkları, kapasiteleri ve yetenekleri ölçüsünde eğitim basamaklarını yükselebileceklerine inanmaları çok önemli. Ama her şeyden önce “yurttaş” olduklarının bilincine ermeleri gerek.
Bu saydığımız hedeflere, Boztepe’li genç kızlarımızın koşmakta olduğunun kanıtlarından biri de, kendilerinden, başkaları için bir şeyler yapabilmeyi tasarlamaları. Acaba gerçekten Boztepe’li genç kızlarımıza, Genç Kız Evi’ne devam ettikleri yıllarda bir şeyler kazandırmış mıyız? Yanıtını bulmak için onlara soruyoruz : “Başbakan olsaydınız ne yapardınız?”
Ecem C., “Ülkenin sorunlarını öteki parti başkanlarıyla atışarak, yumruk yumruğa gelerek, kötü sözler söyleyerek, çözemeyeceğimi bilirdim. Onlarla bir araya gelip, ülke sorunlarını nasıl çözeceğimize ilişkin düşünce üretirdim ve öteki liderlerin beni dinlemesini ve anlamasını beklerdim. Benim düşüncelerimle ilgili eleştirilerini alıp, onlarla bu konu hakkında -altını çize çize söylüyorum-kavga etmeden tartışırdım.” diyor.
Sevilay Ö. : “Kadına uygulanan şiddet için bir şeyler yapardım. Mesela kampanyalar açar, onlar için para toplar, onların sığınabileceği bir yer açardım (sadece kadına). Bu yerde kocasından dayak yiyen (şiddet gören) kadınları ağırlardım. Onlara sahip çıkardım. Daha sonra kadınlar için bir şey daha yapardım; çalışmayan veya çalışamayan kadınlara iş bulurdum. “
Tuğba S.: “Kırsal kesimdeki okula gönderilmeyip de süt sağan, tarlalarda çalıştırılan ve küçük yaşta evlendirilen kızlar için de ‘Haydi Senin de bir Kız Öğrencin Olsun’ kampanyası hazırlatarak kırsal kesimdeki kızları okutmaya çalışırdım.”
Hande B. : “Eğer ben bu ülkenin başbakanı olsaydım, ilk işim eğitimdeki aksaklıkları düzeltmek olurdu. Hiç beğenmiyorum ben bu eğitim sistemini. Çünkü Amerikan tipi eğitim sistemine dönüyormuş. Hayır, anlamadığım şu ki, SBS, OKS, ders saatleri azaltılacakmış; beden eğitimi dersi 1 saatten 2 saate çıkarıldı. Bu ülkede hiçbir şey tam yerine oturmamış. Milli Eğitim Bakanı her kararı kendi alacağına, bir şeyleri de bize sorsa.”
Hatice İ. : “Ben başbakan olsaydım, Türkiye’nin gelişmesini sağlamak için eğitim almadık çocuk bırakmazdım. Türkiye’de bilim atölyeleri açardım. Ülkemizden bir bilim insanının çıkmasına katkıda bulunurdum. Türkiye’mizi biraz daha geliştirerek bilim insanlarının başka bir ülkeden Türkiye’ye beyin göçüyle göç etmesini sağlayabilirdim.”
Tuğba U. : “Türkiye’de bilim insanları yetiştirerek bu ülkeyi kalkındırmaya çalışırdım. Okullarda temizlik parasını kaldırıp, devletin temizlik görevlisi göndermesini sağlardım. Her okulda resim sergisi, kitap kampanyaları düzenlerdim. Her mahallenin ayrı bir çöpçüsü olup, her gün çöplerin alınmasını sağlardım. Okullarda her hafta tarihi yerlere gezi düzenlerdim.” diyor.
Gecekondu mahallesi olarak nitelenen Boztepe mahallesindeki genç kızlarımızın hayata bakışlarına, sorunlara çözümleyici yaklaşımlarına, dinamizmlerine hayran olmamak elde değil. Geleceğimize ilişkin sorunlara (eğitime, bilime ve teknolojiye) verdikleri önem kadar; güncel sorunlara (kadına yönelik şiddet, okullarda temizlik parası, mahalleden çöplerin toplanması, babaların işsizliği) da önem veriyorlar.
Bu ülkede “Aydınım” diyenlere çok iş düşüyor. Bilginin kaynağına ulaşan ve dağıtımında da yetkili olan bu küme, toplumsal sorumluluk konusunda daha duyarlı olmalı. Genç Kız Evi gibi merkezleri çoğaltmalı ve gençlerin önünü açmalı. Yeni iş alanları göstererek, Ar-Ge çalışmalarına yönelerek umudu da ülke düzeyine dağıtmalı.
Aydınların “toplumsal sorumluluk” kavramını irdelemeleri, bunu nasıl uygulayacaklarını “yol ve yöntemleri” ile birlikte ortaya koymaları gerek.
Mayıs 2011
Genç Kız Evi’nde Düşler Gerçek Oldu
Her taraf kar-buz. Yalnız Ankara değil, bütün Türkiye soğukla, karla boğuşuyor. Genç kız evimizde de iki soba birden yanıyor. Ne kömür ne odun dayanıyor tabii. Boztepe’deki gecekonduların bacalarından duman ancak akşam üstü çıkıyor. Para yetişmiyor ki, kömüre oduna. Bir anne, “Gözü kör olsun yoksulluğun” diyor. Sonra ekliyor: “İyi ki siz varsınız. Çocuklar burada hem ısınıyor, hem derslerini rahat rahat yapıyorlar”.
Bize sorarsanız, kızlarımız bütün zorlukları yenmeye kararlı. Başarmanın, özgüvenin, dayanışmanın, birlikte bir şeyler kotarmanın, birbirlerine el vermenin, güzelliğini, keyfini çıkarıyorlar.O yüzden de, kar, buz onları yıldırmıyor. Dışarısı hala eksilerde; kar durmadan yağıyor; yollar kapalı. Ama genç kız evimizin kapısı yine açık. Sobalarımız yine yanıyor. Yine karne zamanı; yine heyecan içindeyiz. Kızlarımız soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerindeki karneleri, takdir-teşekkür belgelerini havada sallıyarak, gözleri pırıl pırıl, çığlık çığlığa geldiler, yine karşımıza. Dokuz yıldır hiç değişmedi bu mutluluk tablosu.
Derken “çat kapı” daha önceki yıllarda meslek liselerine, anadolu liselerine uğurladığımız kızlarımız tek tek geldiler. Onların da karneleri iyiydi. Onlar da başarılıydı. Mini mini dörtler, beşler, altılar, yediler, bu yıl son sınıftaki sekizler ve bundan dokuz yıl önce mini mini dörtler dediğimiz liseli kızlarımız. Sevgi yumağı oluşturdular yine.
Sohbetin koyulaştığı bir sırada Jale teyzeleri, ablalara “Başarılarınızın nedenlerini, deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?” diye sordu. Öyle ya, Boztepe’deki kızlarımız artık kendi rol modellerini yaratmışlardı. İlk sözü Hande aldı. Hande her dönem takdirli karneyle gelirdi. Şimdi dokuzuncu sınıf öğrencisi. Ama bu yıl takdir ve teşekkür alamamış. “Bunun nedenlerini biliyorum. Burada öğrendiğim sistemli çalışmayı sürdüremedim” diye başladı sözlerine. Nerede yanlışlıklar yaptığını küçüklere tek tek anlattı. “Genç kız evindeyken daha düzenli çalışıyordum. Bilmediklerimi teyzelerime, ablalarıma danışıyordum. Ama asıl önemlisi onlarla birlikte olmak, her konuda destek almak ve yeni yeni şeyler görmek ve öğrenmek. Ben buna dünyayı tanımak diyorum.Göreceksiniz sonunda yine takdir getireceğim.” dedi.
Sevilay, “Ben de konuşmak istiyorum. Dördüncü sınıfta buraya geldim. Ama ben ve üç arkadaşımın dersleri çok çok kötüydü. Öteki arkadaşlarıma nasıl yetişeceğimizi bilemiyorduk. Ama bize güvendiler. Bizi ayrı çalıştırdılar. Sistemili çalışmayı öğrettiler. Kendimize güvenmeyi öğrettiler. Hep sevgiyle yaklaştılar. Bugün sekizinci sınıftayım. Derslerim çok iyi.” dedi.
Kübra, “Sevilay haklı. Ders çalışmanın zevkine vardık. Haberleri dinleyip, anladıklarımızı özet olarak yazma ödevimiz vardı. Bu beni de arkadaşlarımı da sıkmıştı. Ama sonra, çocuk hakları, insan hakları, sağlık hakkı, kadın hakları, eğitim hakkı derken, bilmenin ve öğrenmenin bize kattıklarının farkına varmaya başladık. Bu haklara sahip çıkmazsak neleri yitireceğimizi anladık.”
Hatice, düzenli çalışmanın ve konuları bıkmadan tekrarlanmanın yararlarını anlattı.
Sonra Aylin söz aldı. Coşkuyla genç kız evine geldiği günü anlatmaya başladı. Oya teyzeyle annem konuşurken ben de tahtaya resim yapmaya başladım. Oya teyze resmimi görünce, hemen içeri gitti. Elinde pastel boyalar ve kocaman bir resim defteriyle geldi. ‘Çok güzel resim yapmışsın, bundan sonra her yaptığın resmi bana getir.’ dedi. Meslek lisesinin grafik bölümünü seçmemin temel nedeni, bence bu destekti.” diye başladığı konuşmasına devam ederken, beraberinde getirdiği çizimleri küçük kızlara gösterdi. “Burada olduğum dört yıl boyunca, zaman zaman bocaladığım oldu. Öyle çok şey öğrendim ki, bu bilgileri nerelerde kullanacağımı bilmiyordum. Bu yıl grafik-tasarım ve fotoğraf konusunda Türkiye çapında bir yarışma açıldı. Burada bize kazandırılan en önemli şeylerden biri de özgüvendi. “Neden Olmasın?” dedim. Bir fotoğraf karesiyle bu yarışmaya katılmaya karar verdim. İşte o zaman bunca yıldır bize verilen bilgiler bana çok yardımcı oldu. “ dedi. Fotoğrafı nasıl çektiğini, nasıl bastırdığını; Ankara’nın çeşitli semtlerine nasıl ulaştığını, fotoğrafını son anda teslim edebildiğini; Türkiye çapındaki yarışmada 28. olduğunu övünçle bir solukta anlattı. Sonra da aldığı armağanı çıkarttı. Küçük bir tripottu bu. Küçük kızlarımızın şaşkın ve hayran bakışlarını görmezden gelerek, tripotu kuruverdi oracıkta. Ne işe yaradıklarını anlattı onlara. Heyecan daha bitmemişti. Aylin, “Mehmet Aslan Güven Jüri Özel Ödülü”nü de kazanmıştı. Bu ne ilginç bir kesişmeydi. Vakfımızın sekiz yıldır sürdürdüğü “Çalışan Çocuklar Fotoğraf Yarışması”nın seçici kurul üyesi olan Mehmet Aslan Güven, bu kez, yine bizimle ve Boztepe’deki genç kızlarımızla birlikteydi.
Mini mini dörtler, beşler, altılar, yediler, sekizler, içlerinden yetişen, örnek ablalarını gururla seyrettiler. “Onlar yaptıysa bizler de yaparız” dedi biri. Öteki kızlarımız da onayladı onu.
Boztepe’nin kızları artık şehre tepeden bakmıyorlar. Şehrin ulaşılmaz olmadığının farkındalar. Çalışacaklar, başaracaklar, zincirlerini kıracaklar. Tıpkı ablaları gibi. “Böyle gelmiş, böyle gider” diyenlere kızlarımız kararlılıklarıyla, “Böyle gelmiş böyle gitmez” demek istiyorlar. Kızlarımız, karne göstermeye gelmişlerdi. Ama üç saati birlikte geçirdik.
Liseli Gençler ile Çalışan Çocuklar Tanışıyor
Her taraf karanlık. Gazetelere özellikle de boyalı olanlarına bakıyorsunuz, insanlara, insan ilişkilerine ilişkin umut verici haber yok. Herkes kendi çıkarında. Herkes “hep bana” diyor; herkes üç kuruşluk çıkarı için ötekini çiğniyor. “Üzüm üzüme baka baka kararır” diyorsunuz ve korkuya kapılıyorsunuz.
Derken bu karanlık tablo içerisinde, içinizi aydınlatan, yüreğinizi ısıtan genç yüzler beliriyor. Yanlızca kendi dünyasında yaşamayan, bir başkasının acısını, sesini duyan, yanlışları, sorunları gören, “onların üstesinden nasıl gelirim?” diye düşünen gençler. Gün gelecek bu gençler, kabına sığmayacak, taşacak ve dünyayı değiştirmeye çalışacak. Bayrak el değiştirecek.
Yağmur Sarar. Henüz 16 yaşında.. Okulda, “sosyal sorumluluk projesi” olarak “çocuk işçiliğini” konu olarak seçiyor ve çoğunluğu, Vakfımızın düzenlediği, “Çalışan Çocuklar Fotoğraf Yarışmalarında Sergileme Kazanmış” fotoğraflardan bir video filmi hazırlıyor. Bunu hem arkadaşlarıyla, hem de internet ortamında bizlerle paylaşıyor:
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=27-wVjhdqn8
Yaren Pehlivan. Daha henüz 13 yaşında. Okulunda, “çocuk işçilik” ve “Vakfımız” ile ilgili hazırladığı sunumu, arkadaşları ve öğretmenleri ile paylaşıyor. Ayrıca Vakfımızın düzenlediği, yarışmalardan seçtiği fotoğraf ve karikatürlerden oluşturduğu sergiyle, sunumunu bütünleştiriyor Daha önce Türkiye’deki çeşitli üniversitelerde sergilenen bu fotoğraflar, bu kez Ankara’da, Tevfik Fikret Lisesi’nde liseli gençlerle buluştu.
Yaren’i dinleyen ve sergiyi gezen, Aynur, etkinliği “çok bilgilendirici ve ders verici” olarak niteliyor ve “çalışan çocuklar için büyük bir yardım” diyor. Doğru. Çalışan çocuklar, sabahtan akşam karanlığına kadar çalıştıkları için, “gözden de gönülden de uzaklar”. Onların dili sizler olacaksınız.
Deniz diyor ki : “Kesinlikle mükemmel bir sunumdu. Bir çok kişi, bu vakıfla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığından, çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, çok da başarılı bir sunumdu. Böylesine değerli bir sunumu izleyip, bu kadar önemli bir konuda bilgi sahibi olduğumuz için hepimiz çok mutlu olduk.”
“Öğretmenlerinden Alperi Yavaş “Özgüveni ve iletişimde kullandığı etkili dili
dolayısıyla gurur duyduğunu söylüyor ve böylesine önemli bir konuda duyarlılığının
sürmesini dileğinde bulunuyor. Yine öğretmenlerinden Berna Sungur, herkese ders verecek bir söz söylüyor : “Özenli bir çalışma sonucu hazırlamış olduğun … sunumun çok başarılıydı. Toplumsal konulara senin gibi duyarlı öğrencilerimin sayısının artmasını diliyorum”.
En küçük gönüllümüz Yaren, bakın ne diyor ? “Okulumuzda bir çok sunum yapılıyor ve hepsi bizler için çok yararlı, eğitici, öğretici sunumlar. Bu sunumlara bende katkı sağladım. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nı arkadaşlarıma tanıttım. Aslında biz çocuklar bir çok şeyin farkındayız; ama, bence tam olarak bilmiyoruz. Bunları öğrenebilmemiz için de bizlere önder olacak kişiler ya da gruplar gerekli. Benim yaşıtlarıma tanıttığım Vakfın da bu gerekçe altında çok yararlı olduğuna inanıyorum. 7 yıldır bu kuruluş yararına bir şeyler yapıyor olmama karşın, her seferinde yeni bir şeyler öğreniyor ve paylaşıyorum. Boztepe’deki yaşamı, oradaki yaşıtlarımı tanıyorum. Onlarla her beraber olduğumda da, insanlığıma yeni şeyler kattığıma inanıyorum. Biliyorum onlar bizler kadar şanslı değiller, belki de bu yüzden ömrümün sonuna kadar onlara yardım etmek için çabalayacağım. Eminim ki, bu sunumu yaparak arkadaşlarıma da pek çok şey kattım. Sunumumdan sonra herkes beni kutladı, teşekkür etti; şimdi ben de bu sunumu, arkadaşlarımla paylaşabilmemde bana yardımcı olan öğretmenlerime ve vakıf gönüllülerine teşekkür etmek istiyorum.”
Biz de, hem Ankara Tevfik Fikret Lisesi’nin Müdür ve öğretmenlerine, hem de İstanbul Eyüboğlu Eğitim Kurumları’nın yönetici ve öğretmenlerine, böyle duyarlı öğrencilere destek oldukları için teşekkür ediyoruz.
Yaren, “… Öğreniyor ve paylaşıyorum” diyor. İşte kilit sözcük, “öğrenmek ve paylaşmak”. Gençler bunu yaptıkça, bizler de elimizdeki, yüreğimizdeki, bilgi dağarcığımızdaki her şeyi onlara aktarmaya hazırız. Çünkü biliyoruz ki, aydınlığı, bayrağı onlar taşıyacaklar.
Dostluk, Güzellik, Dayanışma ve Paylaşım Gelişiyor
DOSTLUK
Değişik koşullarda yaşayan ve öğrenim gören gençlerin birbirini tanıması, diyalog kurması çok önemli. Yoksa, günümüzde, duvarlar örmeye, kümeler arasında uçurumları derinleştirmeye hevesli insanlar var. Toplumdaki çarpıklıkları, hedef şaşırtarak başka çarpıklıklarla örtmeye çalışan insanslar var. Bu topluma zararlı eğilimleri, törpülemenin tek yolu, insansları birbirine yaklaştırmak.
Dostlar edinmek… Yeni ufuklara yelken açmak …
Nesibe Aydın Okulu öğrencileri ile Boztepe’nin genç kızları işte böyle bir buluşma ve etkileşimi ortaya koydular. Söyleşiler, oyunlar birlikte yenilen yemekler dostluğu pekiştirdi. Önce Nesibe Aydtın Okulu’ndan bir grup kız öğrenci, Boztepe’yi ziyarete geldi. Bu yıl da, onların daveti üzerine, Boztepe’li genç kızlar, Gölbaşı’na Nesibe Aydın Okulu’na dostluk ziyaretinde bulundular. Bu düzeyli beraberlik için Nesibe Aydın Okulu’nun öğretmen ve öğrenci dostlarımıza teşekkür ederiz. Önümüzdeki yıllarda da, bu dostluğun yeni yeni etkinliklerle derişleşmesini dileriz.
DOSTLAR, EKSİK OLMAYIN
Hepimiz aynı gemideyiz ve aynı geminin yolcusuyuz. Nasıl bu yolculuk yalnız yapılamazsa, işte mücadelemiz de dostlar olmadan olmaz. Bazen bir kısa mektup, bazen bir çift söz o dostluğun derinliğini ve eskiliğini ortaya koyar. İşten Ümit Sarıaslan dostumuzun mektubu da böyle, ansızın çıkıp geliveren bir sevgi yumağı. Bu iletiyi sizlerle paylaşarak moral vermek istiyoruz :
“Sevgili Dost, Değerli Yurttaş, Sorumlu Aydın,
Ellerinize sağlık. Ta elime alabildiğim “ilk” sayısından bu yana, bir nitelik ve düzey örnekliği olması yanında yayımlayageldiği yazı ve yazın ürünleriyle olmazsa olmazlardansınız. İyi ki varsınız, iyi ki o imecenin çemberini kurmuşsunuz; gide gide büyüyecek Anadolu şenliğine dönüşücek bir çember. Öyle etkili ve namuslu, güzel, içten ve onurlu. Dolu ve disiplinli. Aşk’olsun hepinize. Zaman zaman kabaran bilinç ve duyarlıkla bu ve benzeri sevgi sözleri ilettim. Ama ne söyledimse yürekten.
…
Bu sayınızla da okurunuzun yaralı yüreğini yaktınız yine! Ne oldu, diyeceksiniz. “İki Buçuk” adlı unutulmaz öykü var ya ondan sözediyorum. O altın öykü üzerine bir yazı yazıp; dahası kimi yayın organlarında yeniden yayımlanmasını düşlemekle birlikte, okur okumaz derginin kıyısına düştüğüm notları size iletmek istiyorum. Ta 2008 başında yazdığınız “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” başlıklı yazınıza verilmeyi bekleyen (!) karşılığın yükü orada duradursun; bu altın öykünün şavkıyla sarsılmış tinden bir selamı size daha fazla geciktirirsem ayıp katmerlenir! Bir kere bu adı şimdiye değin tanıyıp öykülerini okumadığım için son kerte üzgün ve mahcubum. Ama ne yapayım?! Oku oku yaz, yaz yaz oku, var mı bu çilenin sonu?.. Her şey bir yana, “İki Buçuk”un çemberinde dilimizi ve dilimizde göveren duyarlığımızı bu kerte ustaca harmanlayıp, bize unutulmaz bir dil ve anlatım şöleni yaşatan; ama bu şölenin çatısını acının ve acıyla karılı bir toplumsal tarihin hamurundan kesen Usta Yazara yürek dolusu sevgi, saygı. Durup durup okunacak bir altın öykü bu.
R. Halit’ten R. Nuri’ye, S. Ali’den K. Bilbaşar’a, O. Kemal’den F. Baykurt’a… Sait Faik’ten Haldun Taner’e… O. Kutlar’dan Y. Atılgan’a… E. Öz’den S. Soysal’a… aklıma düşüdüşüveren şavkıyla unutamadığım öykülere haksızlık etmek istemem; ama, gelin görün ki o öyküler kadar çarpıcı bir öykü bu da. O kerte yalın, bir o kadar sarsıcı. İki sütunda içine aldığı (kuşanıp-kuşattığı) tarihsel ve toplumsal derinlik üzerinde yükselen bir dil destanı ve anlatı anıtı gibi duruyor karşımda. Ö. Seyfettin tadı ve terazisinde yer yer… Türkçe’de, Türkiye’de büyük bir öykü damarı ve geleneği var, ve ustaları tabii.
Söz cambazları duymasın; dile can veren, canı can kılan yazarlardan sözediyorum. Canı candan dillendirenlerden. Bu altın öykünün değerli yazarı gibi. Ona da, size de bu fırsattan yararlanarak dilden sevgi, saygı. İçtenlikle. Ümit Sarıaslan. “
GÜZELLİK
(YENİ MİNİ MİNİ DÖRTLER KAPIYA DAYANDI)
Karnesini alan 3.sınıf öğrencisi Boztepe’li genç kızlar, anneleri ile birlikte soluğu “Genç Kız Evi”nde aldılar. Hem kayıtlarını yaptırdılar ve hem de yaz etkinliklerinden yararlanacaklar. Daha önce ablalarından buradaki çalışmaları bilenler ile uzunca bir süredir duvarın üzerinden içeride olup bitenleri merakla izleyen küçükler artık aramızda. Onlar erdi muradına, darısı daha küçüklerin başına.
DAYANIŞMA
(İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİNDE EN İYİ UYGULAMA)
Fişek Enstitüsü’nün işyerleri için 1982 yılından beri geliştirdiği, Ortak Sağlık Güvenlik Birimi uygulaması sürüyor. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu alandaki yönetmeliklerine; yine İSGÜM bünyesindeki yerinden yapılanma ve gezici röntgen-muayene araçlarıyla destek hizmetlerine de esin kaynağı oluşturuyor.
Enstitü bu uygulamasıyla ilklere imza attı:
1982 : Küçük işyerlerinin işyeri hekimliği uygulamalarından gönüllü ve ortaklaşa yararlanmaları,
1984 : Çalışan Çocukları bir odak grup olarak benimsenmesi,
1992 : Gezici birimlerle (Muayene, röntgen, odyometri, spirometri) hizmetin beslenmesi,
1992 : İşçi sağlığı iş güvenliği (ISIG) alanında çalışanları buluşturacak, bilgi ve deneyimlerinin paylaşılmasına olanak verecek bir süreli yayının (Çalışma Ortamı Dergisi) düzenli olarak çıkarılması,
1994 : İş güvenliği uzmanlığının işyeri hekimliği hizmetleriyle birlikte sunulması ve iş güvenliği sergievi çalışması,
1997 : Çalışan Çocuklar Vakfı’nın kurulması,
2007 : Küçük ölçekli işyerlerinin katılımıyla gönüllü İş Sağlığı Güvenliği Danışma Kurulu oluşturulması.
Bu ilklere imza, Enstitü’ye, 1996 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı’nda (Habitat II, İstanbul ) En İyi Uygulamalar Sergisi’nde yer alma hakkını ve TC Cumhurbaşkanlığı’nı Takdir Belgesi’ni kazandırdı.
Binbir emekle örülmüş bir koza bu. Çok sağlam. Çünkü önemli bir gereksinmeyi karşılıyor ve işçi-işverenler bunun bilincinde. Böylesi bir uygulama bir standart ortaya koyduğu için aynı zamanda, daha geri düzeydeki uygulamaya da gelişme olanağı veriyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2007 Ortak Sağlık Güvenlik Birimi (OSGB) uygulamasından sonra, abonelerimiz arasında, 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinin sayısında artış oldu. İş güvenliği mühendisi çalıştırmaya da yönelişler arttı. Bunu görme muayeneleri, kan tahlilleri, portör raporları, İSİG risk değerlendirmesi ve eğitimler izledi. Bu hizmet yelpazesinin genişletilmesi, saydığımız hizmetleri işyeri özelliklerine göre sunulmasının da olanaklı kıldı. Gerek maliyet ve gerekse işyerlerinin önüne kadar giden hizmetler, “mazaret”leri ortadan kaldırdı ve yararlanımı arttırdı.
Onun için Fişek Enstitüsü’nde, en iyi uygulama gelişerek sürüyor; emeği geçen ve sahiplenerek çok önemli katkıda bulunanlara teşekkür ediyoruz.
PAYLAŞIM
27-30 Mayıs 2011 tarihleri arasında, Ankara’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Başak Çetin, Vakıf yararına fotoğraflarını sergiledi.
Başak Çetin, fotoğraflarını ve gezi anılarını www.yutmografım.com adresinde yıllırdar bizlerle paylaşıyor. Bu kez bir seçki ile karşı karşıyayız. Yutmograftan seçilen fotoğraflar ve onları süsleyen yine Başak Çetin’in şiirleri var.
Ona hem gözümüze-gönlümüze seslendiği için, hem de çalışan çocukları düşündüğü için teşekkür ediyoruz.
Genç Kız Evinin Onbir Yılı
“Sürdürülebilirlik”, toplum içinde yürütülen çalışmalardaki en önemli ilke, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı, başından beri yürüttüğü toplumsal içerikli projelerde buna çok özen gösterdi. Hiçbir kurumdan katkı almadan başlattığı Genç Kız Evi çalışması da. 11 yıl boyunca yaptığı başarılı çalışmaların önde gelenlerinden oldu.
“Kentli Evi Kavramsallaştırması” * çerçevesinde, Ankara-Türközü-Boztepe gecekondu mahallesinde, genç kızların okula tutunmaları. Başarılarının yükseltilmesi ve bir meslek edinmeleri hedeflendi. Anneleri de gözden uzak tutulmadı; onların el emeklerinin değerlendirilmesinden, kültürel etkinliklere katılmalarına kadar destek verildi.
Genç kızların okul başarıları, belirgin bir şekilde, çalışmalara katılmayan arkadaşlarından yüksekti. Bunu sık sık okuldaki öğretmenleri de vurguladı ve onların Fişek Vakfı Genç Kız Evi’nin çalışmalarına katılmalarını özendirdiler.
Genç Kız Evi, yalnızca genç kızlarla, onların anneleri ile kaynaşmakla kalmadı; mahallede de saygınlık uyandırdı ve bütünleşti. Onbir yıl ayakta kalışının en önemli nedeni, bu toplumsal sahiplenmedir. Genç kızlar, meslek edinme yolunda, yarışma sınavlarında çok başarılı oldular. Üçü bugün üniversitede okumaktadır. Bunlardan biri mahalleden çıkan ilk mühendis olma yolundadır; hızla meslek sahibi olma merdivenlerini tırmananların sayısı 120’dir.
Ancak bu süreçte bizim dışımızda güçlüklerle de karşılaşılmıştır. İlk güçlük Başbakan’ın “üç-beş çocuk” ısrarı ile ortaya çıkmıştır. Çoğunluğu iki çocuklu olan ailelerden, öneriye uyarak üçüncü çocuğu doğuran ailelerin başarılı kız çocukları, yenidoğan kardeşlerine bakmak zorunda kalmışlardır. Bu onların eğitimlerini aksatmış, başarı düzeylerini düşürmüştür.
Hemen Genç Kız Evi ‘ne komşu caminin ilk imamı ile kurulan olumlu ilişkiler nedense onun ölümü sonrası gelen genç imamla kurulamamıştır. Bir süre karalama ve engelleme çabaları ile karşılaşılmışsa da, mahallelinin ve genç kız ailelerinin direnci ile bu sarsıntı da aşılmıştır.
Ancak aşılamayan ve Genç Kız Evi ‘nin sonunu getiren ise, 4+4+4 yasası olarak anılan eğitim yasası olmuştur.
Genç Kız Evi, Kasım 2003 ayından beri ilköğretim 4-8.sınıf öğrencilerine kapılarını açmıştır. Bütün katılımcı genç kızların 4.sınıftan başlayarak, “ara soğutmasız” beş yıl genç kız evine devam etmelerine özen gösterilmiştir. Gerek derslerin temellerinin öğrenilmesi; gerekse çalışma disiplini, özgüven, dayanışma ve kültürel birikimlerin elde edilmesi için bu zorunluydu. Bu önkoşul, başarının önemli tutamaklarından biri olmuştur. Kızlar hemen okul çıkışı, Genç Kız Evi ‘ne ulaşmakta ve kahvaltı sonrası yaklaşık 1,5 saat eğitim konularına ayrılmaktaydı.
Ama 4+4+4 yasası ile Boztepe’de ortaya çıkan tablo şöyle olmuştur. Genç Kız Evi’nin ve mahallenin hemen yakınındaki ilköğretim okulunda, yalnızca ilk dört sınıf öğrenci tutulmuştur. İkinci dört yılı okuyan öğrenciler ise, mahalleden oldukça uzak bir okula gönderilmişlerdir. Ailelerinin onları bu kadar uzağa nasıl göndereceği bir soru işaretidir; ama açık olan bir şey, Genç Kız Evi’ne hava kararmadan yetişmeleri ve destek eğitimine zaman ayırmaları olanaksızdır.
Ne yazık ki, son 8.sınıf öğrencilerimizin de eğitim yıllarını tamamlamalarının ardından Genç Kız Evi, Mayıs 2014’te boşaltılmıştır.
Büyük bir özveriyle bu çalışmayı, “ileri-geri mücadelesi tarihi”ne kazandıran gönüllüllerimize, genç kız ve aileleriyle, çalışmamızı sahiplenen mahalleliye teşekkür ederiz.
Bütün genç kızlara ve erkeklere yeni eğitim yılında başarılar dileriz. Her şey gönüllerince olsun.
Genç Kız Evi Projesi hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız.