Düzyazı

 
1998

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi

Vakfı’nın İlköğretim Okulu Öğrencileri Arasında ve Türkiye Çapında Düzenlediği “Çalışan Çocuklar”

Konulu Resim, Düzyazı ve Şiir Yarışması’nda Ödüle Değer Görülen Yapıtlar

ONLARIN ADI DA ÇOCUK
Koray Erkan
(TED Kdz.Ereğli Koleji Vakfı
Özel Lisesi 7-D, Zonguldak)

Etrafımızda gördüğümüzde farkına varmadığımız, binlerce varlık vardır ya, hani birden ilgimizi çeken; bir anda bizleri başka dünyaya sürükleyen; sarsan, şaşırtan; gerçeklerin kapısını aralayan varlıklar.

Gördüğüm ama farkedemediğim; bazen üstü başı, eli yüzü kirli, bazen daha derli toplu şekillere bürünmüş bu varlıkları farkedebilmem ise, kompozisyon dersinde “çalışan çocuklar” konulu yarışmanın, öğretmenimiz tarafından duyurulmasına bağlıymış. O güne kadar, şekilden ibaret olan varlıklar, artık adlandırılmış, “Çalışan Çocuklar” olmuştu.

Yaşam kavgasıyla iç içe olan, elleriyle aslanın ağzından, midesinden ekmeği almaya çalışan, ülke ekonomisini yüklenen, “çalışan çocuklar” dile adlandırılan gizli kahramanları, gün ışığına çıkarmanın yolunu bulmalı, onları yakından tanımalıydım.

Nereli oldukları önemli değildi. Kim Kars’lı, kimi Ereğli’li… Hepsinin ortak noktası, çocuk olmaları, çocuk bedenlerine rağmen yüklendikleri sorumluluklarıydı. Onlar, bedenlerine uymasa da, ateşten gömleği, yaşadıkları sürece çıkarmamacasına giymişlerdi bir kere. Kim, hangi şartlar ateşten gömleği onların sırtlarına geçirdi bilinmez. Bilinen tek gerçek, diğer gerçekler gibi, tüm çıplaklığıyla ortada duruyordu.

Sokaklarda gördüğüm, ayakkabı boyacısı, simitçisi, helvacısı, berber çırağı, araba tamircisi, yüzlercesi, çocuktu. Gizli kahramanlarım düşüncemde bana “Merhaba ! Gel, biz buradayız, bizimle konuş” diyordu. Bir an beynimde şekillenen düşünce netleşti. Kahramanlarımla konuşacak, onların sorunlarını, özlemlerini, bir de kendilerinden dinleyecektim. İlk anda aldığım bu kararı uygulamak zor olabilir; kahramanlarım bana karşı direnebilir düşüncesine kapılır gibi olsam da, içimdeki ses “Onların elleri nasırlı, yürekleri çocuk. Sen de çocuksun. Çocukların ortak dili, ortak dünyaları, her zaman vardır” diyor; direncimi birden arttırıyordu.

Bir sabah kararlı, heyecanlı olarak kendimi sokakta buldum. Adımlarım beni kahramanlarıma sürüklercesine getirmişti en sonunda. Ayakkabı boyacısıydı o. O da çalışan çocuktu.

Ulaşılmak istenen hayaller gibi pembe, tatlı pamuk helva satıyordu. O, o da çalışan çocuktu.

Hayal kırıklıklarını anımsatan karalara bulanmış tamirci çırağıydı o. O da çalışan çocuktu.

Eli ayağı düzgün, diğerlerinden biraz daha şanslı görünen, berber çırağıydı o. Ama o da çalışan çocuktu.

Onlar çalışan çocuklardı, söz onlarındı. Bana sözleri yazıya dökmek kalmıştı. İşte sizi onlarla başbaşa bırakıyor, geri çekiliyorum. Ben onlarla konuştum; biraz da siz konuşun, siz dinleyin.

    Adı : İslam. İşi : Ayakkabı boyacısı.
  • İsmin ne ? Kaç yaşındasın ?
    İsmim İslam, 16 yaşındayım.

  • Öğrenim durumun ne?
    Sadece ilkokulu okudum, sonra okulu bıraktım.
  • Memleketin neresi ?
    Kars.
  • Bu işe ne zaman başladın?
    Oniki yaşımdayken.
  • Neden ?
    Aileme yardımcı olmak için.
  • Bu işe seni ailen mi zorladı ?
    Evet. Zaten bu yüzden okulu bıraktım. Daha sonra da aileme bu yolla kazanç sağlamaya başladım.
  • Ailenin gelir durumu nedir?
    Ayda elli milyon.
  • İşinden memnun musun?
    Hayır değilim. Çünkü pek kazanç sağlamıyor.
  • Günde kaç saat çalışıyorsun?
    Saat 11.00’den saat 20.00’ye kadar çalışıyorum.
  • Sokakta hiç tehlikeyle karşılaştığın oldu mu?
    Hayır, hiç olmadı.
  • Diğer çocuklara özeniyor musun?
    Tabii özeniyorum. Mesela şu anda okuyor olmayı isterdim.
  • Kazandığın parayı nelere harcıyorsun?
    Ben harcamıyorum, eve götürüyorum.
  • Kardeşin var mı? O da mı bu işte?
    Altı kardeşiz. Ama yalnız dördümüz çalışıyoruz. Yirmi ve ondokuz yaşlarındaki iki ağabeyim sanayide çalışıyorlar. Benden bir yaş büyük olan ağabeyimse benimle aynı işte. Diğer iki kardeşimse küçük oldukları için, çalışmıyorlar.
  • Her mevsim mi bu iştesin? Yoksa mevsime göre değiştiriyor musun?
    Her mevsim bu işteyim.
  • Teşekkürler İslam, bol kazançlar.
    Sağol.

    Adı: Evren. İşi : Pamuk Helvacı.
  • İsmin ne ? Kaç yaşındasın ?
    Adım Evren, onüç yaşındayım.
  • Öğrenim durumun ne? Hangi okula gidiyorsun?
    İlkokulu bitirdim, Orta 1’e gidiyorum. Atatürk Orta Okulu’ndayım.
  • Memleketin neresi ?
    Karadeniz Ereğlisi.
  • Bu işe ne zaman başladın?
    Üç sene önce, on yaşımdayken.
  • Neden ?
    Ailemizin ihtiyacı olduğu için.
  • Bu işe seni ailen mi zorladı ?
    Evet, ailenin geliri için çalışmam lazımdı.
  • Ailenin gelir durumu nedir?
    Ayda otuz milyon.
  • İşinden memnun musun?
    Evet memnunum.
  • Günde kaç saat çalışıyorsun?
    Saat 18.00’den saat 22.00’ye kadar çalışıyorum.
  • Sokakta hiç tehlikeyle karşılaştığın oldu mu?
    Hayır, olmadı.
  • Diğer çocuklara özeniyor musun?
    Evet, ama ben de okuyabildiğim için şanslıyım.
  • Kazandığın parayı nelere harcıyorsun?
    Kendim harcamıyorum, aileme veriyorum.
  • Kardeşin var mı? O da mı bu işte?
    Dört kardeşiz. En büyüğümüz askerde. Benden iki yaş büyük olan ağabeyim benimle aynı işte, bir de beş yaşında bir kardeşim var. Ama o çalışmıyor.
  • Her mevsim mi bu iştesin? Yoksa mevsime göre değiştiriyor musun?
    Her mevsim bu işteyim.
  • Teşekkürler Evren, hayırlı işler.
    Bir şey değil.

    Adı : Adem. İşi : Tamirci çırağı.
  • İsmin ne ? Kaç yaşındasın ?
    Adım Adem, ondört yaşındayım.
  • Öğrenim durumun ne?
    İlkokul 5’e kadar gittim ve 5.sınıfın 2.döneminde ailece zor duruma düştüğümüz için bir işe başlamak zorunda kaldım.
  • Memleketin neresi ?
    Diyarbakır.
  • Ne zaman araba tamirciliğine başladın?
    İlk önce Bağlık Eczanesi’ne işe başladım. Gerçekten de çok sevmiştim ama Tuberkulos hastalığına yakalanınca hastaneye kaldırıldım. Hastanede 2 ay yatınca eczaneye geri döner dönmez yeniden hastalandım. Böylece eczanedeki işimi devam ettirmek imkansız hale geldi. Bir yıl önce de sanayii geldim ve kendime bu işi buldum.
  • Bu işe seni ailen mi zorladı ?
    Tabii ki hayır. Ailem zor duruma düştü ve ben de bana düşen görevi yaptım.
  • Bu pis ve kötü yer içerisinde yeniden hastalığa yakalanacağından korkmuyor musun?
    Hayır, artık eskiye göre daha dinçim. Beslenmem daha iyi. Aynı zamanda doktorların dediği gibi bütün başıma gelebilecek hastalıkları geçirmişim.
  • Eczaneyi özlüyor musun?
    Evet. Eczanedeki kişiler çok iyiydi ve daha yüksek maaş veriyorlardı. Aynı zamanda daha temizdi.
  • Ailene kızgın mısın?
    Aileme tek bir kızgınlığım var. Beni dünyaya getirmeleri. Bu fakirlik ve sefillik içinde hiç kimse olmak istemezdi. Ama ben içindeyim ve her gün nefretle doluyorum.
  • Sağol Adem, bol şanslar.

    Adı Orhan. İşi : Berber çırağı.
  • İsmin ne ? Kaç yaşındasın ?
    Adım Orhan, ondört yaşındayım.
  • Öğrenim durumun ne?
    Yalnızca ilkokul 3’e kadar okudum.
  • Memleketin neresi ?
    Zonguldak.
  • Berberciliğe ne zaman başladın?
    İlk önce bir eczanede çalıştım. Daha sonra eczacı olamayacağımı anlayınca bu berbere çırak olarak girdim. Sanırım yaklaşık 2 ay önce.
  • Bu işe seni ailen mi zorladı ?
    Tam anlamıyla zorladılar diyemem. Çünkü ailemin geçim sıkıntısı olunca üstüme düşen görevi yaptım.
  • Ailenin gelir durumundan bahseder misin?
    Annem ev kadını. Babam, hem pazarda sebze, meyve satıyor, hem de kapıcılık yapıyor. Haftalık kazancımız, 8 milyon civarında.
  • İşinden memnun musun?
    Evet memnunum. Ama bir okulda okumak isterim.
  • Diğer çocuklara özeniyor musun?
    Normal olarak evet. Diğerleri okula giderken, “Benim burada ne işim var” gibisinden düşüncelere dalıyorum.
  • Aldığın parayı nelere harcıyorsun?
    Tabii ki aileme veriyorum, hiç kendim için harcamıyorum.
  • Kardeşin var mı? O da mı bu işte?
    Bir kardeşim var. O da bu işte.
  • Gelecek senelerdeki planların nelerdir?
    Tek isteğim ailece bu zor durumdan çıkıp rahat bir duruma gelmek istiyoruz.
  • Orhan, her şey için teşekkürler. Bir daha görüşmek dileğiyle.


Güzellikler Yaşanmalıdır
Halime Özkan
(Demirci İlköğretim Okulu 8-A, Sinop)

Ben, köyümüzdeki ilköğretim okulunun 8.sınıfına devam etmekteyim. Yaklaşık iki ay sonra okulumu bitireceğim. Öğretim yaşantımın devam edip etmeyeceği ailemin ekonomik durumuna bağlı olduğu için, şimdiden kendimi “çalışan çocukların” yerine koydum.

Okula gitmesi gereken çocuklar, neden çalışmak zorunda kalıyor? İlk aklıma gelen nedenler :

a) Ailenin ekonomik yapısı,

b) Ailenin çocuk sayısının fazlalılığı,

c) Kırsaldan kente göç,

d) Yetim, öksüz kalan çocukların sığınacağı bir kurum olmaması.

Çalışan çocuk deyince, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla, çocukların çalışması aklımıza gelmekte.

Ailenin ekonomik durumu ve çocukların çalışması ile ilgili örneği kendimden vermek istiyorum. Benim bir üst eğitim kurumuna devamım aileme çok fazla yük olacaktır. Bu durum aynı zamanda kardeşlerimi de etkileyecektir. Okula gitmeyip de aileye katkıda bulunmak amacıyla çalışırsam, bu durum ailemi rahatlatacak, fakat benim geleceğimi etkileyecektir.

Çocukları çalışmaya yönelten ikinci etmen, ailelerin çocuk sayısının fazla oluşudur. Kültür düzeyinin düşük olması, çocuklar arasında kız-erkek ayırımının yapılması, çocuk sayısının fazlalaşmasına yol açmakta, bu durum da ailenin geçimini zorlaştırmaktadır.

Yine ülkemizde, köylerden kentlere yoğun göçler olması, göç eden ailelerin düzenli ve yeterli miktarda gelir getirecek iş bulamamaları, onların çocuklarının da kötü koşullarda çalışma zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Düzenli ve yeterli gelire sahip olamama ailelerin olumsuz koşullar altında yaşamalarına yol açmakta, başta hastalık olmak üzere çeşitli nedenlerle ana-babanın ölmesi sonucu çocuklar ortada kalmakta, onlara yardım elini uzatacak kurum ve kişilerin azlığı (yokluğu) da çocukların küçük yaşlarda, kötü koşullar altında çalışmalarına neden olmaktadır.

Küçük yaşlarda çalışmak zorunda kalan, eğitim, kültür, sanat, sağlık alanlarında yetersiz olarak büyüyen çocukların, ileriki yaşamları da, olumsuzluklarla geçmeye mahkum olmaktadır.

Bu durum, Türkiye Cumhuriyetini kuran, Cumhuriyeti gençlere emanet eden Ulu Önder Atatürk’ün ülkesine yakışan bir görüntü değildir.

Dünyada tek çocuk bayramını kutlayan, her yıl dünya çocuklarını konuk eden Türkiye’de, kendi çocuklarının kaderi, küçük yaşta çalışmak olmamalıdır. Oniki yaşındaki bir çocuk kendini 45-50 yaşlarında hissetmektedir. Şunu da biliyoruz ki, Türk çocukları çalışmaktan korkan, kaçan, tembelliği seven bireyler değillerdir. Çocuklar her yaşın gerektirdiği güzellikleri yaşamalı, o güzelliklerin tadına varmalıdır.

Türk çocukları ! Türk çocukları !
Gözler ileri, başlar yukarı,
Yarınki hayat, yurt ufukları,
Her şey sizindir, Türk çocukları !

Çocuklar aziz vatan malıdır.
Ulu ağacın birer dalıdır.
Yardım görmeli, bakılmalıdır,
Özü ateşli, Türk çocukları.

Aka Gündüz’ün bu şiirindeki gibi tüm çocukların, yarının bilgili, aydınlık birer büyüğü olabilmeleri için çocukluk dönemlerini en iyi biçimde yaşamaları gerektiğine ginanıyorum.


Ahmet
Gülçin Şahin
(Antalya Anadolu Lisesi 6-C)

Uyandı. Ağır ağır doğruldu döşekte. Üzerindeki battaniyeyi sıyırarak ayağa kalktı. Arka taraftaki lavaboda yıkadı yüzün. Tamirhane soğuktu. Biraz üşüdü ama sonra etkilenmedi; bu alışkın olduğu sabah ayazından. Önlüğünü giyip otoların bulunduğu bölüme gitti. Diğerleri ve usta henüz yoktu. Birden durdu, başını öne eğdi. O gün bayramdı. Duvardaki takvime baktı. O gün 23 Nisan’dı. İçinde bir şeyler cız etti. Hafızasını zorladı biraz.

“Ahmet!” diye çağırmıştı onu babası. “Bugün bayram. Gel de bayram alanına inelim seninle”. Bir anda gözünün önüne geldi, pırıl pırıl kıyafetleriyle geçiş yapan çocuklar. Ne kadar da güzeldi her şey. Yanaklarının ıslandığı farketti, birden ağlamıştı. Sonra aklına ustanın sözleri geldi: “Kalkar kalkmaz başla tamire. Öğlene kadar bitecek. Saat bir’de geliyor Hüseyin bey”. Birden hayallerinden sıyrıldı. Başladı tamire. Bir ses duydu. Kulak kabarttı. Gittikçe yaklaşan bir trampet sesiydi bu. Fırladı yerinden. Sokağın başındaki caddeye kadar deli gibi koştu. 12 yaşında bir çocuğun bayram özlemiyle koştu. Her şey silindi aklından; üşüdüğü, babasının ölümü, geceler boyu ağladığı günler ve ustasının tehditleri… Hepsini unuttu bir anda. Sonunda caddeye çıktı. Yetişmişti. Bembeyaz kıyafetleri içinde uygun adım yürüyordu çocuklar. Trampetin sesi başını döndürdü Ahmet’in. Ah, bir dokunabilseydi o trampetlere ! O da çalabilseydi bir kerecik. Gözleri kamaştı, ayakları yere çakıldı. Sanki hareket edemiyordu. Sokaktaki çocuklara takıldı gözleri. Hepsi pırıl pırıl elbiseler giymiş, annelerinin babalarının ellerinden tutmuşlardı. Ellerinde balonlar, babalarını bir oraya, bir buraya çekiştirip, bir şeker bir dondurma istiyorlardı.

Bir el yakaladı kolunu. “Ne arıyorsun burada sen? Ben seni, ben dükkanda yokken sokaklarda sürt diye mi işe aldım? YÜRÜ ÇABUK!” Başını hızla çevirdi. Ahmet, sırtını döndü caddeye. Ustasının ardından soğuk tamirhaneye doğru yol aldı. Sımsıkı kapadı gözlerini. Gene ıpıslaktı yanakları. Kamyonu tamire döndü yeniden. İngiliz anahtarının sesleriyle karıştı, trampet sesleri. Bir zamanlar “çocuk” olduğu duygusu da silinip gitti Ahmet’in kalbinden.


Boyacı’nın Düşü
Tufan Tığlı
(Metin-Nuran Çakallıklı Anadolu Lisesi, 6-D, Antalya)

İşte, çınar ağacının altında, evet işte yine orada. Yine boyanın süngerini tuttuğu küçük elleriyle, yine belirsizce bakan gözleriyle ve yine umuduyla, “Boyayalım abi!” diyor. Aslında bu sözcükleri söylerken, çok şey düşünüyor. Kendini ayakkabılarını boyatan zengin adamlara benzetiyor. Son model bir arabadan inse ve arkadaki kocaman binaya girse. Buranın adını bilmiyor. Duvar boyası yeni, ama kendisi eski bir bina. Çok da geniş. “Buraya her zaman güzel giyecekleri ve arabaları olan insanlar giriyor, yani burası önemli bir yer. “Ama birgün ben de büyüyecek, buraya gireceğim hem de arabamla geleceğim” diyor kendi kendine. Derken, uzayıp giden hayallerini bir erkek sesi bozuyor : “Küçük, şunları parlatsana”. İşe koyuluyor, ama hala düşünüyor : “Benim iyi kötü bir evim var, annem-babam, okulum var; belki bu sene göndermezler ama, benden kötü durumda kaç çocuk var şu yerde. Onlar belki de hiç okumamışlardır” ve işini bitirip parasını aldıktan sonra, önüne sayfaları karışık ciltsiz bir kitap açıyor, çalışmaya başlıyor. Ama bu sefer derse.

Seneler geçiyor, geniş, eski yapılı, balhçesinde çınar ağacı olan eski binanın önünde bir araba duruyor. İçinden güzel giyimli bir bey çıkıyor. Biraz merak, biraz anı içinde, ayakkabılarına bakıp, bu küçükken bahçesinde hayaller kurduğu binaya doğru yollanıyor.


İçimizden Biri
Serengül Ülkeş
(Metin-Nuran Çakallıklı Anadolu Lisesi, 6-D, Antalya)

Kumların üzerine diz çöktü. Deniz buram buram yosun kokuyordu. Dolunay ve mavi denizin eseri güzel yakamoz yine tüm çekicliğiyle karşıda duruyordu. Bir daha hiç göremeyecekmiş gibi bakıyordu denize. İçini çekti. İki damla gözyaşı süzüldü gözlerinden; ama dudaklarında gülümseme vardı. Başını öne eğdi. Ayakkabıları, eski püskü ayakkabıları. Dudaklarındaki gülümseme yok oldu. Ne olurdu sanki gerçekler onun yakasını şu güzelim yakamozun hatırına, biraz bıraksaydı. Hayaller ve o, başbaşa bir akşam bile geçiremeyecekler miydi? Ama hayır! Bugün beraber olacaklardı.

Gözlerini aya dikti. Bir lokantaya giriyordu. Üzerinde onu penguene benzeten bir elbise ve boynunda da bir kelebek vardı. Nefis kokular etrafı sarmıştı. Burnu dik, gözleri kısık yürüyordu. En güzel masaya oturdu. Garson da babasıydı. Kendisine kocaman bir tavuk ısmarladı. Tam bir ıssırık alacakken, kıyıya vuran şiddetli bir dalganın sesi onu uyandırdı. “Boşver” dedi güzelim yakamoza bakarak, “Boşver”.

Bir hışım ayağa fırlayıp ayakkabılarını ayağından fırlattı. İçinden gelen saçmasapan ve uyumsuz bir melodi mırıldanmaya başladı; ama ona göre şimdiye kadar dinlediği en güzel müzik oydu. Deniz, şımarık dalgalarıyla ona vokal yapıyordu. Kum ayağını gıdıklıyordu; aslında çakıl taşları ayaklarına batıyordu ya, o kumların ayaklarını gıdıkladığını düşünüyor ve sadece danseden kum tanelerini hissediyordu. Hafiften yağmur yağmaya başladı. Yağmur değil, mutluluk yağıyordu sanki, demet demet sevinç. Yağmurla vals yapmaya başladı. Vals nedir bilmezdi ya…

Şimşekler… Yağmurun arasında bir kaç tanesi hayra alametti ya hani oldum olası da korkardı.

Yağmur ve şimşekler kumsalda çok güzeldi. Bir de otobüs durağında vardı yağmur ve şimşek. Korkudan bir kenara büzülür kafasını çeketinin içine sokar gözlerini sürgülerdi sanki.

Kumsal, yağmur, deniz, yakamoz, şimşekler ve hayalleri… “Ah ne güzel” diye fısıldadı, “Ne güzel”.

Ansızın rüzgar yüzüne bir tokat vurdu. Kafasını kaldırdı.

“Tartayım mı Abla?”


İlgililere Çağrı
Melike Yıldızdal
(7-A, Darıca-Gebze-Kocaeli)

Çalışan çocukların çok küçük yaşta işe başlaması veya kötü şartlarda çalıştırılması yurdumuzda kanayan bir yara haline gelmiştir. Daha da önlem alınmazsa çok vahim durumlarla karşılaşmak mümkündür.

Çalışmanın, para kazanmanın utanılacak ve ayıp bir yanının olmadığını hepimiz bilmekteyiz. Ancak çocuklar, para kazanmak ve aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalıştırılmamalıdır. Çalıştırılacaksa bir sanat öğrenmek için çalıştırılmalı ve de emeğinin karşılığını almalıdır.

Günümüzde çocuklar ya aileye yük olmamak ya sömürülmek üzere çalıştırılmaktadır. Ucuz emek, sağlıksız çalışma şartları, sigortasız çalışmalar, hem çocukları sakat bırakmakta, hem emeğinin karşılığı olamamaktadır. Devletimiz ise okul çağındaki çocukların kötü şartlarda çalıştırılmasına göz yummakta olup, gerekli çalışma yasasını yapmamaktadır. Kötü şartlarda çalışan bu çocuklar hem ailesinden kopmakta, hem de okulundan kopmaktadır. Arkadaşları okula giderken, oyun oynarken, çalışan çocuklar ruhen çöküntüye uğramakta, evini, okulunu terkederek sokak çocuğu olup, topluma yararlı olacağı yerde, zarar vermektedirler.

Bu durumu önlemek için, çocuk, çocukluğunu yaşamalı, okulunu okumalı, emeğinin karşılığını alacak ve sanat öğrenecek şekilde iyi koşullarda çalıştırılmalıdır. Tamamen ailesinden kopmuş sokak çocukları ise, belirli yerlerde toplanılarak yetenek ve kabiliyetlerine göre ya okutulmalı ya da sanata yönelik şekilde eğitilmeli; sokaklardan kötü şartlardan kurtarılarak sıcak bir yuvaya kavuşturulmalı, ve eğitimlerine büyük önem verilmelidir.

Bazı kurumlarımızın bu çocuklarla ilgilenmesine rağmen, yeterli olunamamaktadır. Bu gibi kurumların çoğaltılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Eğer bu gibi kurumlar çoğaltılırsa, çocuklarımız okuluna devam eder, diğer yaşıtları gibi oyun oynar, devletine, milletine yararlı olur.

Ülkemizde bu koşullar yok denecek kadar az bulunmaktadır. Ama bu koşulların daha çok arttırılması gerekmektedir. Devlet destek olup, yeni kurum, kuruluş ve çocuk evleri açtırmalıdır.