Bugün Türkiye’de aynı yaştaki iki grup çocuk arasında “nimetleri paylaşmak” ve “çağdaş yaşam standartları” açısından uçurum denebilecek çok önemli farklar vardır. Bu farkı yaratan, erken yaşta çalışma yaşamına başlamış olmaktır. Birisi öğrenimini sürdürür ve kendisine farklı arkadaşlık ilişkileri, boş zaman etkinlikleri ve dünya yaratırken; diğeri uzun çalışma süreleri ve elverişsiz çalışma koşullarında sınırlı sayıda yaşıtları ile temas etmekte, boş zaman etkinliklerine zaman ve güç ayıramamakta ve dolayısıyla da kendisini farklı bir dünyanın içinde bulmaktadır.
Yaptığımız araştırmalar, çalışan çocukların en yakın arkadaşlarının yine çalışan çocuklar; öğrencilerin en yakın arkadaşları da öğrenciler olduğunu ortaya koymuştur. Böylece iki küme arasında derinleşen uçurumlar oluşmaktadır.
İki çocuk grubu farklı karakteristikler göstermektedirler. Bu giderek onların dünyalarını farklılaştırmakta ve aralarını açmaktadır. Farklı gündemler, farklı gelecek beklentileri ve iletişimsizlik… Bu yalnızca çocukların kendi aralarında değil, ama ileride birer yurttaş olarak da ülke insanları arasında sorunlara yol açmaktadır.
Çalışan çocuklar çok sınırlı olan boş zamanlarında, ya çarşıda, pazarda, yolda gezmekte; ya da televizyon seyretmektedirler. Çalışan çocuklardan spor yapanların sayısı çok azdır. Yapanlar ya da yapmak isteyenler ise, futbol ve karate gibi çok sınırlı bir dünyadan haberdardırlar.
Öğrenimini kesip çalışmaya başlamış olan çocuklar da, bir çok yaşıtı gibi, daha çok öğrenmeye, daha çok oynamaya ve kendini geliştirmeye hakkı vardır. Takımlar kurarak, takım-oyunları oynayarak, ortaklaşa yaşamının ve dayanışmanın tadına varmalıdır. Haklarını öğrenmeli ve bunları yaşama geçirmek için yaşıtlarıyla biraraya gelme alışkanlığını kazanmalıdır.
Çocukların çalışma yaşamında karşılaştıkları sosyal risk faktörleri arasında en önemlilerinden biri, “yaşını yaşamayıp” erişkin olmaya çabalamaktır. Kendisinde büyüklerle birarada yaşamak zorunda olmak, gençlerin “erişkin rolü”ne girmeye çalışmasına, çocuk kimliğini bırakmalarına yol açmaktadır. Bu onu yalnızlığa, gerginliğe ve madde bağımlılığına (sigara, hatta içki vb) itmektedir.
Ergenlik döneminin önemli özelliklerinden birisi de duygusal gerginliği beraberinde getirmesidir. Çevresel ve toplumsal faktörler, güvensizlik doğurmakta ve tepkisel davranışlara yol açabilmektedir. Çalışma zorunluluğu ek bir sosyal baskı oluşturmaktadır. Ancak özgüven gelişimi yetersiz olanaklar nedeniyle engellenmiş çocuklarda bu tepkiler daha güçlü olabilmektedir. Korku, endişe, öfke, duygusal kırıklıklar, ruhsal zorlanmalar bu tepkilerin bazılarıdır.
Toplumsal uyum, kişilik gelişimi ve özdeşleşme için örgün ve yaygın eğitim öğretim kurumlarının katkıları gerekmektedir. Ancak eğitimde fırsat eşitliğinden yoksun gruplar için ayrı projeler geliştirilerek model uygulamalar yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Eğitim – öğretim kurumlarında sunulan programlar okul-dışı zamanlarını serbest olarak geçiren, oyun oynama ve diğer dinlence olanakları olabilen çocuklar için düşünülmüştür. Aile ortamında beslenme ve dinlenme olanağı olan gençlerin dışındakilerin (çalışan gençler gibi) çağdaş eğitim alanlarından yararlanması oldukça zordur.
Çalışan çocukların, boş zamanlarının değerlendirilmesi, hiç olmazsa yıllık ücretli izinlerinde “çocukluklarını yaşabilmeleri” ve uzak kaldıkları “yaşıtlarının yakaladıkları standartlarla tanışmaları” gerekir.
Sportif etkinlikler bu programda bedensel enerjinin doğru kullanımının öğretilmesi için bir araç olmalıdır. Ayrıca, büyük bir olasılıkla, diğer zararlı alışkanlıklardan korunmak için spor alışkanlığını geliştirmek bir araç olarak benimsenmelidir.
Spor yoluyla kazanılabilecek özellikler arasında erdemli oyun (fair-play) önemli bir yer tutmaktadır. Erdemli oyun ilkesi, 1990’lı yıllarda Uluslararası Olimpiyat Komitesinin gündemine yerleşmiş ve gerek küçük ölçekte spor alanında rakibe karşı davranış ve gerekse büyük ölçekte uluslararası barışa hizmet edeceği düşünülen bir olgudur. Oyunda eşitli sağlanması toplumsal uzlaşmada üstlenilecek rollerde birer ipucu oluşturmaktadır.
Öte yandan sportif etkinlikler önderlik özelliği olan bireylerin belirlenmesinde de bir yöntemdir. Burada kastedilen önderlik, otoriter, hiyerarşik bir yapıdan çok, paylaşımcı, katılımcı modellerde görev bölümünde rol alan örnektir.
Çalışan çocuklar ve gençler, gerek yetersiz eğitim olanakları ve gerekse yetersiz boş zaman olanakları nedeniyle, sayılan çağdaş ilkelerle tanışamamaktadırlar. Bu onların hem bugünleri hem de yarınları üzerinde olumsuz izler bırakmaktadır.
Çalışan çocuklardan çırak statüsünde olanların yılda bir ay, olmayanların en az 12 gün yıllık izni vardır. Ancak yapılan araştırmalar, çoğunlukla bu izinlerin hiç kullanılmadığını; ya da ücretsiz kullandırıldığını; ücretli izin alan küçük bir azınlıkta ise bir haftayı aşmadığını ortaya koymaktadır. “Çocukların boş zamanlarını değerlendirilme alışkanlığı kazanabilmesinin”, “çocukluklarını yaşabilmeleri” ve uzak kaldıkları “yaşıtlarının yakaladıkları standartlarla tanışmaları” bakımından önemli fırsatlardan biri hiç olmazsa yıllık ücretli izinlerinin geliştirilmesi ve bu doğrultuda değerlendirilmesidir.
AMAÇ – Çocukluklarını yaşayamayan, çalışan çocuklara, kısa ve yoğun programlarla çocukluklarını yaşatabilmek, haklarıyla ve dünya nimetleriyle tanıştırmak ve oyun içinde onların dengeli bir kişilik geliştirmelerine yardımcı olmak.
HEDEF KİTLE – 15-17 yaşlarındaki çalışan kız ve erkekler oluşturmaktadır. Bu çalışan çocuklar, okulu bıraktıktan sonra tam zamanlı olarak çalışmaktadır.
KAZANIMLAR – Böylesi bir müdahale programının en önemli getirileri şunlardır :
-
Paylaşmak ve dayanışmak… Çalışan çocuk ve gençlerin, bugün de yarın da başaramadıkları bu güzel duyguyu onlara tattırmak gerekmektedir. Bu da ancak çocukluk – gençlik çağında, daha doyumlu, daha dostça ortamları solumalarıyla olasıdır.
-
İnsan hakları, kitaplardan konuşmalardan değil, yaşanarak öğrenilir. Bu projeyle çocuklar, daha önce tanımadıkları olanakları ve keyifleri yaşayacaklardır. Bir çocuk ve genç olarak, bu yaşadıklarının onların hakkı olduğu kendilerine anlatılacaktır.
-
Hem yaşamanın ve hem de çalışmanın “insancıl” boyutlarını yaşayarak öğrenen çocuk ve gençler, erişkin dönemlerinde bir yandan çevrelerinde bu arayışı sürdürecek; öte yandan, işveren, usta, sendika önderi, toplum temsilcisi vs olarak uygulayacaklardır.
-
Bu yalnızca onların sağlığını, kişilik gelişimlerini ve geleceklerini değil; toplumun da geleceğini , yurttaşların birbirleriyle iletişimlerini ve demokrasiyi etkilemektedir.
- DENİZ, KUM, OYUN VE ÇIRAKLAR
Birlikte çalıştıkları arkadaşlarına bakarak kendilerini “torpilli” olarak gören 10 kız çırak 2-9 Eylül 2001 tarihleri arasında 7 gün ve 10 erkek çırak 9-16 Eylül 2001 tarihleri arasında 7 gün, tatilin keyfini çıkardılar.
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı,
-
Avrupa Konseyi’ne bağlı Avrupalı Gençlik Vakfı (EYF)
-
Heilbronn ve Civarı Türk Kadınları Kültürümüzü Yaşatma ve Yardımlaşma Derneği’nin katkılarıyla, “Çırakların Tatil Keyfi” kampanyasını yaşama geçirdi. Hem katkılarıyla böyle bir “nimet paylaşımı”na olanak veren iki kuruluşa teşekkür ederiz. Ancak bu kampanyayı olanaklı kılanlar içinde teşekkür borçlu olduklarımız bununla sınırlı değil.
-
Projenin kuramsal ve uygulamalı tasarımı aşamalarındaki katkılarından ötürü Prof.Dr.Emin Ergen, Dr.Eğt.Gıyasettin Demirhan’a ve Can Fişek’e
-
Ankara Mesleki Eğitim Merkezi ve 4.Akşam Sanat Okulu’nda çırakların tatille ilgili düşünce ve beklentilerini irdeleyen araştırmamıza destek veren Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve bu araştırmada görev alan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nde bir grup öğrenciye
-
Çıraklarını tatile göndererek, çıraklarına farklı bir pencere açan işverenlere (çünkü seçilmiş oldukları halde salt işverenlerinden izin alamadıkları için kampanyaya katılamayan çırak çocuklarımız oldu),
-
Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü Ankara Mesleki Eğitim Merkezi ve 4.Akşam Sanat Okulu’na (kampanyaya katılan 5 erkek 2 kız çırak Çıraklık Eğitim Merkezleri’nden seçildi),
-
Emekleriyle projenin gerçekleşmesini sağlayan yönlendiriciler Seçil Erciyas, Arzu Uyar, Yasin Gündoğan’a ile Vakıf gönüllülerimize
-
Çırakları büyük bir özveriyle ağırlayan İzmir-Mordoğan Ayışığı Motel ve İzmir-Karaburun-Mimas Otel yönetimlerine teşekkür borçluyuz.
-
İLKLER VE İZLENİMLER
İlkbahar aylarında gerçekleştirdiğimiz bir anketle çırakların (kız, erkek) tatili nasıl algıladıklarını, ne ölçüde ücretli izin yapabildiklerini ve tatilden beklentilerini araştırmıştık. Çalışmalarımızın planlanmasında ve yer seçiminde bu anket çalışması çok yol gösterici oldu. Sözgelimi, önceleri Bolu yöresinde yeşillikler arasında gerçekleştirmeyi düşündüğümüz “çırakların tatil keyfi” kampanyası, beklentiler arasında deniz, kum ve yüzmenin geniş bir yer tutmasından ötürü, deniz kenarına alındı.
Çırakların tümü ilk kez denizi görüyorlardı. İçlerinde ırmak ya da göletlerde suya girmiş olanlar dışındaı denizi gören ya da denize giren yoktu. Azıcık yüzme bilen dışında hiçbiri yüzme bilmiyordu. Ama yedigün sonunda su korkusunu yenmekte geciktiği için azıcık yüzme öğrenebilen birisi dışında tümü bir stil kazanarak yüzme öğrendiler.
Yola çıkarken tahmin bile etmedikleri kadar eğlendiklerini söyleyen çocuklardan biri okumak için yanına aldığı kitaba elini sürecek bile zaman bulamadı. Buna karşın, günde bir saat kendilerini ya da çevrelerini daha iyi tanımaları için, bazen saydam eşliğinde aydınlatıcı söyleşilere katıldılar.
Yeni arkadaşlıklar kurulup; düşler paylaşılırken; bu tatil, onların düş dünyalarını ve gelecek beklentilerini önemli ölçüde etkiledi. Gelecek ve sonraki yıllar için tatil planları yapanlar, birbirlerinin telefon numaralarını alanlara ve yeniden buluşmanın yollarını arayanlara bakarak, “projenin sürdürülebilirliği”nin kişilerin benimsemesine ve hareketlenmesine bağlı olduğu bir kez daha doğrulandı.
İlk kez “ekmek elden su gölden” yaşayan, “doyasıya” (açık büfe veya sınırsız yemek) karınlarını doyuran çocuklardan bazıları, doğa yürüyüşlerini çekici bulmadılar. Çünkü onlar, yıllardır yetersiz ücretleri dolayısıyla kentin kenarındaki evlerinden, kentin merkezindeki işlerine hep yürümüşler.
Yakan-top’tan basketbola, tüylü-top’tan masatenisine, ip atlamadan piştiye kadar akıllarına gelen her oyunu oynadılar. Aralarında bazı oyunları hiç bilmeyenler ve “Tatil”de öğrenenler çoktu.
Cumartesi günü geldiğinde durgunlaşan çocuklar, pazartesi işbaşı yapacaklarını düşünmeye başladılar. Uzaklara dalıp gidenleri mi sorarsın, keyifsizim diye oyunlardan kaçanları mı?!
Tıpkı büyükler gibi.
Kumsala ya da dondurma yemeğe, çay içmeye gidildiğinde, toplu halde çocukları gören bazı çevre sakinleri ilgi gösteriyorlardı. Merakla soruyorlardı: “Bu çocuklar hangi okuldan?”. O zaman bir kez daha anlıyorsunuz, bu nimetlerden bugüne değin yalnızca okullu çocukların (öğrencilerin) yararlandığını. Bu sorunun yanıtı olarak “Bunlar okuyan değil çalışan çocuklar” dediğinizde de boş ve anlamaz gözlerle size bakıyorlar.
Tıpkı alacakaranlık kuşağında yaşıyor gibi.
Bu hüzünlü ve bir yönüyle izleyenin yüreğini yakan tablolar, bir yönüyle de yapılan bu işin yeni yeni çıraklarla sürdürülmesi ve geliştirilmesi gerektiğini düşündürdü. Kış aylarından başlayan birliktelikler ve hazırlıklarla, gelecek yaz “sıfır üstü”nden başlamalıyız. Aydınlatıcı söyleşileri, daha renkli ve daha resimli yapmalıyız. Ama her şeyden önce daha çok kaynağı “çırakların tatil keyfi”ne yönlendirmeliyiz ve daha çok gönüllüyü kampanyanın içine katmalıyız.
Sizi de bekliyoruz.
KIZ ÇIRAKLAR DA BİZİMLE
Okullu çocuklarla çalışan çocuklar arasındaki farklara bir de kız-erkek ayırımını eklemek gerek. Geleneklerin, göreneklerin, törelerin kız çocuklarına getirdiği sınırlamalar, baskılar da eklenince, kız çıraklar için tatil, bir “keyif” olmanın ötesine geçti. Onların deyişiyle, bir “rüya” oldu.
Çalışan kız çocukları, erkek arkadaşlarından farklı olarak, işten sonra bir de evde çalışıyordu. Tatil günlerinde, bu kez evde, ütü, bulaşık, tamizlik gibi işler onları bekliyordu. Erkek çıraklar boş zamanlarında televizyon seyretiyor, arkadaşlarıyla top oynuyor ya da geziyor olabilir. Ama kız çıraklar için boş zaman demek uyumak demek.
Televizyonu sadece pazar günleri seyretme olanağı buluyorlar. Ama o zaman da istedikleri kanalı seçme, istedikleri programı – filmi seyretme şansları yok. Çünkü baba, abi ve erkek kardeşlerin isteği ön planda. Kumanda aleti onların elinde.
Kız çırakların en çok kullandığı cümle, “Oh Ne babam, ne abim var burada” oldu. İki gün sonra bu cümleleri hiç duymuyoruz. Anlaşılan “rüya” dedikleri tatillerine, bu kabusu sokmak istemiyorlar. Çünkü onlar için, baba, abi ve erkek kardeşler eşittir baskı demek.
Kız çıraklarla erkek çıraklar arasında bir büyük fark da geleceğe umutla bakamamaları ve düşlerinin çok sınırlı olması. Çünkü onları bekleyen gelecek çoktan şekillenmiş. Evlenecekler, çoluk çocuk sahibi olacaklar. “Babam gibi, bağırıp çağıran, eve geç gelen, içen, kumar oynayan bir koca istemiyorum” diyor hepsi. Sonra da ekliyorlar, “annem gibi çok çocuk doğurmak da istemiyorum”. Bunları söyledikten sonra da susuyorlar. Hepsinin yüzünde bir tasa var. “İstemesine istiyoruz ama, kocalarımızı biz seçmiyoruz ki” diyor biri. Öteki de, “İki tane çocuk istiyorum. Ama benim elimde mi?!” diye atılıyor.
Tatil boyunca kız çocuklarla kendi bedenleri, doğum kontrolu, kadın ve birey olarak yasaların kendilerine tanıdığı hakları, hijyen, akraba evliliklerinin sakıncaları konularında konuşuyoruz.
Onların, ilk kez mayo giymenin verdiği duygu ve tavırlarını, havuza girdikleri zaman, kenarlara korkuyla yapışmalarını, bir iki gün sonra da daha önce hiç görmedikleri denizde kulaç atmalarını kıvançla izliyoruz.
Yakan top, sandalye kapmaca, tombala, voleybol oyunlarında kazandıkları, “vakıf gönüllülerince hazırlanmış olan” armağan paketlerini açarken ki heyecan ve coşkularını görmenizi isterdik.
Tatilin son günü bütün kızları bir hüzün sarıyor. Tıpkı erkek çıraklar gibi. Ama onların hüznü yanlız işbaşı yapacakları için değil. Bir daha böylesine bir özgürlüğü yaşayamayacakları için.
“Bu şortları, mayoları, armağanları hep saklayacağım” diyor biri. Bir başkası, “Birbirimizin telefonlarını biliyoruz. Bir gün bir araya geliriz. Yine eğleniriz” diye atılıyor. Bir sessizlik oluyor grupta. Biri “Ne iyi olurdu. Ama bizimkiler izin vermezki” diyor. Ötekiler de sessizce başlarıyla onaylıyor. Sonra sözleşmiş gibi hep bir ağızdan konuşmaya başlıyorlar:
- Biz çok şanslıyız. Rüyamda görsem inanamayacağım günler geçirdim. Bu bana yeter.
- İlk geldiğimde kendimi çimdekledim. Rüya görüyorum sandım.
- Belki gene bizi getirirsiniz.
- Bencillik etme Bu yaşadıklarımızı, başka çırak kızlar da yaşamalı.
- Haklı Onların da hayatları boyunca anlatacakları bir anıları olmalı.
- Hadi kızlar, bu son günümüz. Hepimiz sabaha kadar eğlenelim.
Sabaha kadar eğlenemediler. Ama yataklara girmeleri gecenin üçünü buldu. Bu da zaten sabah demekti onlar için.
Kızlar ayrılırken tüm öğrendiklerini ve tüm yaşadıklarını arkadaşlarına aktaracaklarını söylediler. “Belki bütün kızları tatile götüremezsiniz, bari bizden öğrensinler” dediler.
Ayrılık zor oldu. Ama bize her zor gelen ayrılık, yaşamın unutulmaz bir karesi değil mi?
2 – 16 Eylül 2001, Mordoğan tatil resimleri için tıklayın.