A.Gürhan Fişek
Gözden uzak olan, gönülden de uzak olur; sokaktaki çocukları
görmemek olanaklı mı ?!
Ama ya sessiz sedasız ağır ve tehlikeli koşullarda göz nuru üretip,
alın teri döken çocuklar;
ya üzerine kapıların
kapandığı, kilitlerin vurulduğu kız çocukları.
Bundan 40 yıl önce, benim çocukluğumda da sokakta çalışan çocuklar vardı. Ben onları görerek büyüdüm. Ayakkabı boyar, simit satar, piyangolar düzenlerlerdi. Bu çalışmayı okuldan sonraki saatlerde yaparlardı ve asla insanlara askıntı olmazlardı. Çalışma ile dilenciliği birbirine karıştırmazlardı. Geceleri sokakta kalmazlardı. Ama o zamanlar, onları böyle davranmaya yönlendiren şebekeler ve ana-babalar yoktu.
Bugün okula devam etmeyen, okuma yazması olmayan, gece geç saatlerde bir sokak ortasında dolaşan ve bizi birşeyler almaya zorlayan çocuklarla karşılaşıyoruz. “Allah rızası için” diyor ama bakışı ile takipçiliği ile “Vermelisin” diyor. “Rıza” ögesinin kalkması da yakındır (Tıpkı Brezilya vb olduğu gibi).
Peki “dün” ile “bugünü” ayıran nedir ? Başlıca etmen, kırdan kente yoğun göçlerdir.
Fişek Enstitüsü olarak yaptığımız araştırmalar bir sosyolojik gerçeği doğruladı. 6 yaşından önce kente gelen ve en az 6-7 yıl yaşan çocukların davranış kalıpları değişiyor. Çalışma yaşamı yerine öğrenimini sürdürmeyi yeğleyebiliyor. Ama 12 yaşından sonra kente gelenlerde, geleneksel-kırsal düşüncenin ağır izleri var.
Bu ağır izlerin başında kadına bakış açısı gelmektedir. Geleneksel kalıplarla yetişmiş toplumun kadına bakış açısı belli. Onu bir erkek ile birlikte tanımlıyor. Önce babası, sonra kocası.. Yani bağımsız bir kimliği yok.
İş bir sosyalleşme aracı olarak görülüyor. Ama kadın için değil. Geleneksel kalıplarda “Kadının çalışmaması; ücretsiz aile işlerini yapması, artakalan zamanlarda çocuk yapıp bakması” öngörülüyor. Kırsal alanda kadının gözünü açacak zamanı bile yok. Hatta çocuklar birbirine bakıyor.
Kente gelince değişen ne?! Kadın yine ev işlerine bakıyor; ama artık tarla-bahçe yok. Küçük çocuklar dışında kadını meşgul edecek başka bir olgu da yok… Üstelik artık ekmek vb. bakkaldan satın alınıyor. Dolayısıyla çok çocukluluk olgusu sürüyor. Ama kentte çocuğun maliyeti yüksek.
Yalnızca çocuk için tüm aile için kentte yaşamanın maliyeti yüksek. Buna karşılık tüm aile için kentte iş olanakları yaratılabiliyor. Anne “beceri kursları” ile kadına geleneksel olarak biçilmiş ve evde de sürdürülebilen beceriler edinerek para kazanmaya çalışıyor. Çocuklar da, aile çevresinin iş bulma olanaklarına göre bir işe yerleştiriliyor: Ya sanayi ve hizmet sektöründe çalışıyor; ya da sokaklarda.
Bu “alacakaranlık kuşağı” tablosuna toplumsal müdahalede bulunmak gerek. Onun için kaldıraç noktasını çok iyi seçmek gerek. Kanımızca bu kaldıraç noktası., “kadın” saygınlığının ve üretkenliğinin arttırılmasıdır.
Öğrenim çağındaki kızların mutlaka eğitim düzeylerinin yükseltilmesi, teknik becerilerle donatılması ve evlendikten sonra da çalışma yaşamında kalmalarını sağlayacak bir kariyer profili benimsemeleri sağlanmalıdır.
Bu yalnızca, yasal düzeyde eşitlikleri sağlamaya çalışmakla, okullar açmakla ya da “bakabileceğin kadar çocuk yap” sloganlarıyla sağlanamaz. Aynı zamanda, kızların-gelecekteki eşlerinin ve ana-babalarının geleneksel çemberleri kırıp, kızlarını bağımsız bir kişilik ve üretken toplumun bir parçası olarak algılamalarını gerektirir. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nın Denizli’de ILO desteği ile yürüttüğü çalışmalar ve bunların sonucunda önerdiği “Genç Kız Evi” işte bu bakış açısı ile “sokakta/sanayide çalışan ya da çalışmaya aday çocuklar” sorununa yaklaşmaktadır.
“Geleceğin ailesini bugünden kuruyoruz : Genç Kız Evi” hayaline destek olun.
______________
- Prof.Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
- İş sağlığı güvenliği ve sosyal politika uzmanı
- Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni